Son 1 sene içerisinde, Boğaziçi Üniversitesi özelinde, öğrenci gençlik hareketi içinde en çok öne çıkan ve tartışma yaratan oluşum şüphesiz Öğrenci Temsilciliği Kurulu (ÖTK) idi. ÖTK, Yurt sorunundan Zeren Ertaş eylemlerine, fakültelerin bölünmesine karşı eylemden Feminist Boğaziçi ile birlikte örgütlenen kadın cinayetlerine karşı eyleme kadar pek çok sürecin başını çekti veya ortak örgütleyicisi oldu. Tüm bu süreç boyunca ÖTK başarılı-başarısız pek çok sınav verdi. Bu deneyimlerin ışığında gençlik sektöründe faaliyet yürüten pek çok sol-sosyalist akım ÖTK’nın muhtelif birçok sebepten ötürü (bürokratik bir kliğin eline geçmesi, içerisindeki “faşist”/kariyerist öğrencilerin faaliyet yürütmeyi zorlaştırması, sosyal medya paylaşımları vb.) işlevini kaybettiğine kanaat getirdi. Böylece üyeleri ÖTK’dan uzaklaştı ya da halihazırda ÖTK’da olmayan kurumların bu alanda çalışma yürütmeme gerekçeleri kendi içinde pekişti. Bir diğer taraftan ise -ironik bir biçimde- bağımsız/apolitik öğrenciler, ÖTK’dan uzaklaşmalarını ÖTK’nın “solcuların eline geçmiş olması” ile gerekçelendirdiler. Bu tartışmaları yazımızın ilerleyen kısımlarında derinlemesine irdeleyeceğiz, ancak bundan önce şunu belirtmemiz gerekiyor: Bizim için ÖTK’lar işlevlerini kaybetmiş kurumlar değil, aksine üniversitelerde ulusal düzeyde sahici bir öğrenci hareketi yaratmanın şu an için olası en önemli araçları. İlk bakışta kulağa fazla iddialı gelebilecek bu yaklaşımımızın (ve sol-sosyalist kurumların ÖTK’larda yer almama gerekçelerine cevabımızın) kaynağı bir kurum olarak ÖTK’yı nasıl karakterize ettiğimizde yatıyor. Bu karakterizasyonu açıklamadan önce, tarihsel bağlam kazandırmak amacıyla ÖTK’ların tarihine kısaca göz atalım.
ÖTK: ODTÜ Deneyimi
ÖTK’ların doğum süreci, Türkiye öğrenci hareketinin tarihsel açıdan en güçlü olduğu üniversitelerden biri olan ODTÜ’de, 1975 yılında başladı. Başlangıçta çeşitli öğrenci dernekleri formunu alan bu örgütlenmeler çeşitli fakülte dekanlarına, okuldaki jandarma baskısına ve atanmış kayyum rektör Tarık Somer’e karşı güçlü bir boykot hareketine imza attı. 1976 yılına gelindiğinde Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından bu öğrenci derneklerinin en büyüğü olan ODTÜ-DER’in kapatılması ve diğer derneklerin kendilerini feshetmesi sonucunda yeni bir öğrenci örgütlenmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştı. ODTÜ Öğrenci Temsilcileri Konseyi bu sürecin bir sonucu olarak kurulmuş ve 1975 sonunda yapılan seçimlerin ardından 1976 yılında faal hale gelmişti. Kayyum rektör Somer’in baskılarına ve kapatma tehditlerine karşın ÖTK, öğrenciler nezdinde sahip olduğu meşruiyete dayanarak okul yönetimini kendisini muhatap almak zorunda bırakmıştı. Tarık Somer’in yerine atanan “ılımlı” kayyum rektör Ilgaz Alyanak döneminde etkinliğini artıran ÖTK, en büyük sınavını 13 Şubat 1977’de rektörlüğe Hasan Tan’ın atanmasıyla verecekti. Tüm ODTÜ bileşenleri tarafından büyük tepkiyle karşılanan bu atamaya karşı öğrencilerin harekete geçmesi kaçınılmazdı. Devam eden süreçte öğrenciler, Hasan Tan rektörlük görevini bırakana kadar dersleri boykot edeceklerini açıkladılar, bu boykot 9 ay sürecekti. ÖTK’nın örgütlenmesinde aktif rol aldığı bu boykot sürecinde en öne çıkan isimlerden biri ÖTK Yönetim Kurulu sözcüsü Ertuğrul Karakaya idi. Karakaya, 8 Haziran 1977 tarihinde kampüs girişinde konuşlanmış jandarmalar tarafından sırtından vurularak katledildi. Bu olaydan iki hafta sonra Hasan Tan rektörlükten istifa ettiğini açıkladı. ÖTK’nın başını çektiği bu 9 aylık boykot süreci ve Ertuğrul Karakaya’nın katledilişi sonrası Tan’ın istifası, tarihsel olarak -yazının devamında irdeleyeceğimiz üzere bugünkü haline benzer bir örgütlenme formuna sahip- ÖTK biçiminde bir öğrenci örgütlenmesinin olası öğrenci seferberliklerine önderlik edilmesi açısından sahip olduğu potansiyele işaret ediyor.
ODTÜ ÖTK’nın en büyük kazanımlarından biri, yazılan Öğrenci Temsilcileri Konseyi Yönetmelik Taslağı’nın 24 Mayıs 1978’de Üniversite Konseyi tarafından onaylanması ve rektörlük yönergesi olarak yürürlüğe konulması olmuştu. Bu yönerge, aday öğrenciler arasından bölüm temsilcilerinin seçilmesi, seçilen temsilcilerin günümüzdeki ÖTK Genel Kurulu’na denk düşen Temsilciler Meclisi’ne katılması ve yurtlardan öğrenci haklarına kadar pek çok komisyonu içerisinde barındırması gibi özellikleriyle günümüz ÖTK’larına oldukça benzer bir niteliğe sahipti. Bununla birlikte, kitle seferberliğine dayanan kazanımlara da sahipti. Her yurdun kendi yurt temsilcilerinin bulunması ve bu yurt temsilcilerinin Temsilciler Meclisi’ne katılması, temsilcilerin fakülte/bölüm kurullarına ve yürütme kurulu üyelerinin Üniversite Konseyi toplantılarına katılabilmesi gibi günümüzdeki işleyişe kıyasla oldukça ileri olan demokratik hakların resmi olarak tanınması sağlanmıştı. Resmi olarak tanınmaları sebebiyle ÖTK’nın geniş öğrenci kesimleri içerisinde meşruiyetini iyice artıran bu demokratik mevziler, 12 Eylül’ün üniversitelere armağanı YÖK tarafından büyük ölçüde tahrif edilecekti.
YÖK Sonrası ÖTK
12 Eylül sonrası üniversitelerdeki öğrenci hareketine darbe vurmak ve üniversiteleri tekelci burjuvazinin emrine amade kurumlar haline getirmek görevini üstlenen YÖK, ÖTK’ları da merkezileştirecek ve hem hazırladığı yeni tüzükle (temsilci öğrencilerin disiplin suçu olmaması, not ortalaması şartı, “terörle” iltisaklı olmaması ve siyasi parti üyeliği olmama koşulu gibi, mücadeleci öğrencilerin ÖTK seçimlerinde aday olmasını engellemeye yönelik antidemokratik maddelerin bulunduğu) hem de üniversitelerdeki fiili uygulamalarıyla (üniversite yönetimlerinin ÖTK temsilcilerini ataması, Hacettepe Üniversitesi’nde olduğu gibi öğrencilerin seçime saatler kala seçim yapılacağından haberdar olması ve aday olma imkanlarının ellerinden alınması, öğrenci temsilcilerinin bölüm ve fakülte toplantılarında söz ve oy hakkı olmayan pasif gözlemcilere indirgenmeleri) ÖTK’lar üzerinden gelişebilecek olası öğrenci seferberliklerinin önünü kesmeye çabalayacaktı. 2000’li yıllar sonrasında ÖTK’lar, Boğaziçi ve ODTÜ dışında, seçimlerinin bile yapılmadığı; üniversite yönetimleri tarafından iktidar yanlısı öğrencilerin temsilcilik görevlerine atandığı bir kurum haline gelmişti. Öyle ki, Boğaziçi Üniversitesi ÖTK’nın 3 yıl başkanlığını yapan bir öğrenci, 2017 yılında “FETÖ” soruşturması kapsamında tutuklanacak ve hakkında 15 yıla kadar hapis istemiyle yargılanacaktı. 2018’de ÖTK seçimleri, çiçeği burnunda tek adam rejimi tarafından süresiz olarak ertelendi. Ülkücüler ise uzun zamandır ÖTK’lara kayyum rektörlükler tarafından yerleştiriliyor ve mücadeleci öğrencilerin ÖTK’larda bulunması engelleniyor.
Tüm bu baskıcı uygulamalar ve antidemokratik maddeleriyle birlikte, YÖK’ün ÖTK yönetmeliği oldukça ilginç maddeler de barındırıyor. Bunlardan belki de en önemlileri, yönetmeliğin “Ulusal Öğrenci Konseyi” başlıklı üçüncü bölümünde yer almakta. Bu bölüme göre, ulusal düzeyde bütün üniversitelerin ÖTK başkanlarının üyesi olduğu Ulusal Öğrenci Konseyi yılda 1 kez toplanmakta, bu toplantıda ulusal düzeyde ÖTK yönelişleri belirlenmekte ve alınan kararlar üniversite yönetimleri ve YÖK ile paylaşılmaktadır. ÖTK faaliyetlerinin ulusal düzeyde merkezileştirilmesini öngören bu maddenin önemini, uygulanabilirliği ve mevcut uygulanmış hali her ne kadar hayal kırıklığına haiz olsa da, bizce son derece önemli bir konu olmasından ötürü yazımızın devamında irdeleyeceğiz.
Bize göre ÖTK: Mevcut Durum ve Potansiyeller
Türkiye’de ÖTK’ların tarihine baktığımız zaman ODTÜ ÖTK deneyimi çerçevesinde ÖTK’ların üniversitenin nasıl yönetileceğine dair söz, yetki ve karar sahibi olan; geniş öğrenci kitlelerini uzun erimli mücadeleler etrafında seferber edebilecek potansiyele sahip yapılar olduğunu gözlemliyoruz. YÖK sonrası dönemde tüm formel-fiili yıpratma ve işlevsizleştirme çabalarına rağmen ÖTK gibi bir kurumun YÖK nezdinde resmi olarak tanınmasının ve bu kuruma dair resmi yönetmeliklerin tamamen ortadan kaldırılamamış olmasının öğrenci hareketinin geçmiş kazanımlarının bir düzeyde korunmasının ifadesi olduğunu söyleyebiliriz.
Geçmiş yazılarımızda da belirttiğimiz üzere, bize göre mevcut halleriyle ÖTK’lar sektörel kitle örgütleri olarak karakterize edilmelidir. Aralarındaki farkları göz ardı etmeden, basitçe ifade etmek adına ÖTK’ları öğrencilerin sendikaları olarak gördüğümüzü söyleyebiliriz. Bu bağlamda ÖTK’lar; temel görevleri öğrencilerin gündelik sorunlarıyla ilgilenmek olan, bu sorunlar üzerine talepler üreten ve bu talepler ekseninde en geniş öğrenci kitlesinin temsiliyetini üzerine alarak mücadele eden, okul yönetimlerinin ve YÖK’ün resmi olarak tanımak zorunda oldukları mücadele araçlarıdır. Yurt sorunundan tutun yemekhane fiyatlarına, okuldaki ulaşım hizmetlerinden en genel anlamıyla öğrenci haklarına kadar öğrencilerin gündelik ve en acil sorunlarına yönelik faaliyet yürütmek ve bu faaliyetlerin somut kazanımlara dönüşerek resmiyete dökülmesi açısından okul yönetimiyle resmi kanallar üzerinden müzakere etmek ÖTK’ların temel görevleridir – tıpkı işçilerin içerisinde mücadele yürüttüğü, gündelik ve acil ihtiyaçları kapsamında ücret zammı, yan haklar, çalışma koşullarının iyileştirilmesi vb. konulara dair talepler üzerinden işyeri yönetimleri ile toplu iş sözleşmeleri imzalayan sendikalar gibi.
ÖTK’ları böyle karakterize ettikten sonra onların önemleri ve içlerinde yürütülebilecek faaliyetin niteliği daha berrak bir biçimde kendini gösteriyor. Her şeyden önce, ÖTK’ların resmi bir kurum olarak YÖK ve üniversite yönetimleri tarafından tanınması öğrenciler gözünde ÖTK’lara oldukça önemli bir meşruiyet kazandırıyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde senato kararıyla fakültelerin bölünmesine karşı yüzlerce hazırlık öğrencisinin ÖTK çağrısıyla gerçekleşen eylemlerde seferber olması bunun en net göstergesidir. Öğrenci mücadelesini merkezileştiren bir araç olarak ÖTK’nın gücü, sahip olduğu bu meşruiyete; ne kadar öğrenciyi hareket ettirebildiği ve etrafında seferber ettiğine dayanıyor. Bu bağlamda ÖTK içinde faaliyet yürütürken gözetilmesi gereken temel kıstasın mücadeleyi ileriye götüren ancak bir yandan da mümkün en geniş öğrenci kitlesini etrafında tutabilecek taleplerin üretilmesi ve savunulması olduğunu düşünüyoruz. Bu yaklaşımımız ÖTK’lar içinde siyasi faaliyet yürütülmesini ve ÖTK’ların siyaset üzerine hiçbir “söz söylememesi” gerektiği anlamına gelmiyor. Aksine ÖTK içerisinde siyasi faaliyet yürütülebilir ve yürütülmelidir de. Sadece ÖTK içerisinde siyasi faaliyet yürütürken öğrenci kitlesinin mevcut bilinç düzeyi göz önünde tutulmalı, bu bilinç seviyesine uyarlanmadan onu ve mücadeleyi ileri taşıyabilecek, bunu yaparken en geniş öğrenci kitlesini ÖTK tarafından harekete geçirebilecek talepler üretilmelidir. Herhangi bir sendikada sendika üyelerinin hepsinin sosyalist olmalarını ve en ileri bilinç seviyesine sahip olmalarını beklemek ne kadar gerçek dışıysa ÖTK’lardan da bunu beklemek o kadar gerçek dışıdır. Mesele, doğru talepler ekseninde ÖTK’ları meşru önderlikleri olarak gören öğrencileri harekete geçirebilmektir.
Sendika örneği üzerinden düşünüldüğü zaman, bürokrasi ve hantallık meseleleri de daha yakından çözümlenebilir. Gerek Türkiye’de gerek dünyada şu an aktif neredeyse tüm sendikalar bürokratik yapılar olarak faaliyet yürütmekte. Hatta bazı sendikaların yönetimlerini faşist olarak bile adlandırabiliriz. Buna rağmen, en gerici ve bürokratik sendikalarda bile faaliyet yürütmek hayati önem taşıyor. Bu gerici ve bürokratik sendikalardan çekilmek yüzünü bu sendikalara dönmüş işçi kitlelerine yüz çevirmek ve onları sendikal bürokrasinin ellerine terk etmek anlamına geleceği gibi, bu kadar büyük bir işçi kitlesinin gözleri önünde siyasi faaliyet sürdürmek ve bu işçileri gerci/bürokratik yönetimlerine karşı seferber etme imkanlarını da reddetmeye tekabül ediyor. ÖTK’lar için de benzer şeyler söylenebilir: Yönetimlerinin bürokratik olduğu ve içlerinde “faşistlerin” bulunduğu gerekçesiyle ÖTK’lardan çekildiğimiz zaman hem şu ana kadar yüzünü bu kurumlara dönmüş öğrencileri gerici/bürokratik yönetimlerine terk etmiş oluyoruz, hem de halihazırda pek çok öğrencinin meşruiyetini kabul ettiği ve peşinde hareket ettiği bu kullanışlı araca sırtımızı çeviriyoruz. Gerçekçi olacaksak şunu kabul etmek zorundayız: Yeni öğrenci seferberlikleri daha iyi örnekler doğurana kadar öğrenci sektöründe şu an elimizde bulunan en iyi araçlar ÖTK’lar. Kitle hareketinin taleplerini merkezileştirecek, onu yönlendirecek daha “ileri” daha “sol” araçların inşa edilmesi öğrenci hareketinin durgunluk/geri çekilme dönemlerinde birkaç öğrencinin/akımın iradi çabasıyla değil, ancak -Boğaziçi Direnişi sürecinde Boğaziçi Öğrenci Meclisi’nin ortaya çıkması ve öğrencilerin genel kabulünü gördüğü gibi- büyük öğrenci seferberlikleri esnasında hareketin o anki ihtiyaçlarının zorlamasıyla açığa çıkabilir.
ÖTK’ları karakterize ettiğimize ve bu karakterizasyonu derinleştirdiğiimize göre, artık ÖTK’ların içinde barındırdığı potansiyellerden bahsedebiliriz. ÖTK’ların temel işlevlerinin öğrencilerin gündelik sorunları ekseninde mücadele etmesi olduğundan bahsetmiştik. Halbuki, ÖTK’lar çok daha ileri mücadelelerin başını çekme potansiyeli de taşıyorlar ve bu potansiyellerini zaman zaman gün yüzüne çıkartıyorlar. Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyum rektör karşıtı protestolar, paraşüt hocalara karşı ders boykotları ve üniversite senatosunun antidemokratik fakülte bölme kararına karşı eylemler bu duruma örnek olarak verilebilir. Bu tip örnekler ÖTK üzerinden demokratik haklar alanında mücadele etme olasılıklarını göz önüne serse de tüm bu örneklerin olumsuz bir bilançoya sahip olması da bir o kadar düşündürücü.
ÖTK’ları gündelik sorunlar mücadelesinin ötesine geçirmek, daha ileri mücadeleler örmek yolunda bir araç olarak kullanmak ve bu mücadeleleri başarıya ulaştırmak için neler yapabiliriz? Öncelikle, halihazırda yazımızda bahsettiğimiz gibi, güçleri öğrencilerin gözündeki meşruiyetten ve hareket ettirebildikleri öğrenci sayısından gelen ÖTK’lar üzerinden sahici bir mücadele örebilmek için, etrafında seferber olunması gereken talepleri öğrenci kitlelerinin bilincini gözeterek -fakat asla bu bilince uyarlanmayarak veya onun gerisine düşmeyerek- üretmeli, ÖTK’yı mücadeleyi merkezileştiren ve ortak talepler üzerinden en geniş öğrenci kitlesinin seferberliğini sağlayacak ve sürdürecek bir araç olarak kullanmalıyız. Boğaziçi’nde fakülte bölünmesi eylemlerinin ilk günlerinde 500-600 öğrenci eylemlere katılırken bu sayı yalnızca bir hafta içerisinde 30-40 kişiye kadar düşmüştü. Bu durum bize gösteriyor ki ÖTK’ların meşruiyet kazanması öğrencilerin onlara yüzlerini dönmesiyle bitmiyor, yüzlerini ÖTK’lara dönen öğrencilerin burada tutabilmek ve seferber olmuş öğrencileri mücadele içerisinde tutabilmek de bir o kadar elzem. Ancak bu mücadeleyi merkezileştirme ve sürekliliği sağlama görevlerini eksiksiz yerine getirdiğimiz zaman -dönemin nesnel koşullarının oldukça farklı olduğunu ve benzer bir eylemliliğin 2024 Türkiye’sinde oldukça zor olduğunu göz önünde bulundurarak- ODTÜ örneği gibi 9 ay sürecek ders boykotları örgütleyebilir ve kayyum rektörlerin istifasını sağlayabiliriz.
İkincisi, mücadeleleri merkezileştirmekten bahsederken sadece bir üniversite içerisindeki mücadeleyi birleştirmeyi anlamamalıyız. Öğrenci hareketinin deneyimleri bize gösteriyor ki bir öğrenci direnişi kendisini yalnızca tek bir okul/üniversiteye sıkışmış halde bulunca bu direnişin başarıya ulaşması bir hayli zorlaşıyor, bu durumun en yakın ve büyük örneğini Boğaziçi Direnişi teşkil etmekte. Buradan şunu anlayabiliyoruz: Bilhassa öğrenci sektörü açısından kendi yerel sınırlarını aşan, tekil üniversitelerin ötesine geçen mücadeleler örmek, bu mücadelelerin kazanımla sonuçlanması açısından oldukça kritik. Bu bağlamda üniversitede mücadele eden öğrenciler olarak en geniş anlamıyla ulusal (ve uluslararası) düzeydeki tüm hak mücadeleleri -emek mücadelesi, toplumsal cinsiyet ve lgbti+ mücadelesi, ezilen ulusların mücadeleleri ve genel olarak toplumsal hak mücadeleleri vb.- ile ilişki kurmak ve tüm bu mücadeleleri merkezileştirebilmek, asgari olarak ise ülkedeki tüm üniversite mücadelelerini ulusal bir düzlemde birleştirebilmek hayati önem taşıyor.
Mevcut ÖTK yönetmeliği (tüm eksik ve engellerine rağmen) öğrenci mücadelesini ulusal düzeyde birleştirebilmenin olanaklarını içinde barındırıyor: Yönetmelikte tarif edilen Ulusal Öğrenci Konseyi. Ulusal Öğrenci Konseyi’nin (UOK) tarif edilen şekliyle yılda bir kez toplanması, tekil üniversitelerde çeşitli mücadeleler yürüten öğrencilerin bu alanda bir araya gelebilmesi ve ortak bir mücadele hattının örülmesi amacıyla efektif kullanılabilirse Türkiye’de sahici, ulusal düzeyde devlet politikalarına müdahale edebilen bir öğrenci hareketinin yaratılmasının orta-uzun vadede temel aracı olabilir. Elbette bu konseyin birebir YÖK’e bağlı olması ve üzerine bina edildiği üniversite ÖTK’larının halihazırda var olan bürokratik yapılanmaları bu hedef önünde büyük bir handikap oluşturmakta. Buna rağmen, tekil üniversite mücadelelerini ulusal düzeyde birleştirebilecek, adeta sendikaların işçiler için gördüğü işlev gibi üniversite öğrencilerinin ulusal çapta ihtiyaçlarını ve bunlara ayrılacak kaynakları üniversite yönetimlerinden başlayarak Milli Eğitim Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı ile “toplu sözleşmeler yapma” amacıyla hareket edebilecek sahici bir örgütsel şemanın inşa edilmesinin yıllar ve bu inşa ettiğimiz aygıtın YÖK ve devlet kademeleri tarafından resmi olarak tanınmasının belki de on yıllar alabileceğini aklımızda tuttuğumuz zaman, şu an için elimizde olan en iyi aracın ÖTK’lar ve UÖK olduğunu söyleyebiliriz.
Sonuç
Bu yazımızda ÖTK’ların üniversite mücadelesi içerisindeki rolünü ve barındırdıkları potansiyeli aktarmaya çalıştık. Bu analizimizin ardından şu sorunun en doğal biçimde akıllara gelmesi kaçınılmaz oluyor: Bugün için ÖTK’larda ne yapmalı?
Öncelikle, ÖTK’ların aktif hale getirilmesi bakımından en acil sorunumuz ÖTK seçimlerinin yapılması. ÖTK seçimlerinin yapılabilmesi ve seçimlerin yapıldığı üniversitelerde ÖTK içerisinde bulunmak hayati önem taşıyor; yalnızca “burası faşistlerin eline geçmesin” gibi basit bir alan kapma çabası açısından değil, ancak daha da ötesinde üniversite mücadelelerini yerel ve ulusal ölçekte merkezileştirebilmemizin ve en geniş öğrenci kitlesini seferber edebilmemizin şu an için en iyi aracı ÖTK’lar oldukları için. Bu çerçevede ÖTK seçimleri yapılmayan üniversitelerde seçimlerin yapılmasına yönelik kampanyalar yürütmeli; seçimlerin yapıldığı sınırlı sayıda üniversitede ise öğrencileri doğru talepler etrafında seferber edecek bir eylem programı eşliğinde seçim kampanyaları yürütmeliyiz. Bu eylem programı ne yalnızca üniversitelerdeki demokratik sorunlara odaklanmalı ne de sadece ekonomik sorunlara indirgenmeli. Öğrencilerin üniversitelerde yaşadıkları sorunların birbiriyle ilişkili doğasını açığa çıkaran bir biçimde ve kopuşçu bir mantıkla harmanlanarak bu sorunlar ele alınmalı. Geçişsel mantıkla hazırlayacağımız programda geniş öğrenci kitlelerine ulaşırken bir yandan da onlara kapitalizmden kopuş programımızı anlatma ve sınama fırsatı elde edebiliriz.