Sadece Türkiye değil, özellikle ABD ve İran olmak üzere bütün uluslararası kamuoyu, şu sıralar New York’un güneyinde görülmekte olan davaya kilitlenmiş durumda. Davanın içeriği ABD’nin İran’a koymuş olduğu uluslararası ambargonun delinmesiyle ilgili. Hakan Atilla ve Rıza Sarraf, bir Türkiye bankası olan Halkbank aracılığıyla İran petrolünü altına çevirerek ambargoyu delmekle suçlanan isimlerden. Sarraf uzun süredir gözetim altında ve kısa bir süre önce sanık sandalyesinden kalkıp tanık olmayı kabul etti. Atilla ise avukatı Victor Rocco aracılığıyla ilk savunmasını gerçekleştirdi. Savcılığın “ekonomik cihat” suçlamalarına karşı olarak Rocco müvekkilinin basit bir memur olduğunu, operasyonun başını çeken asıl isimlerin ise Halkbank müdürü Süleyman Aslan ile Rıza Sarraf olduğunu kaydetti.

Sarraf’ın tanık koltuğunda verdiği ilk ifade, Türk politik ve ekonomik elitlerinin yasa dışı yollarla sermaye birikim metotlarına ne denli bulaşmış olduklarının bir göstergesi. Aktifbank’ı İran’da bulunan banka hesaplarındaki paraların dışarıya aktarımında temel araç olarak gösteren Sarraf, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’a da “40-50 milyon euro” rüşvet verdiğini söyledi. Bunun yanı sıra yine eski bakan Egemen Bağış’ın da operasyondan haberi olduğunu, hatta Bağış’ın kendisine Aktifbank’ta hesap açmasında yardımcı olduğunu belirtti.

Sarraf’ın ifadeleri Türkiye’de iktidar yanlısı sözcüler ve yazarlar tarafından da öfkeyle karşılandı. Bu isimlere bakılacak olursa Türkiye anti-emperyalist ekonomik yöntemlere başvurmuş olduğu için cezalandırılıyor. Bu bir yalan. Türkiye’yi on senelerdir yöneten kapitalist sınıflar ve onların siyasal gardiyanları, Batılı emperyalist metropollerin finans kapital ihraçlarından asla kopmadılar. Zira mevcut hükümet de ne IMF borçlarını reddetti, ne de NATO’dan çıktı. Halkbank aracılığıyla gerçekleştirilen operasyon, yalnızca Türkiye’nin bölgeye dönük pazar politikalarının bir sonucuydu. Bölge pazarının kapitalist paylaşımı esnasında hukuk dışı yollara başvurarak sermaye birikimini sağlamayı amaçlamış olan Türk kapitalizminin niyetleri arasında anti-emperyalist bir karakter taşıyan bir amaç bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra Türk kapitalistlerinin bu manevrası, İran üzerindeki ambargoyu güçlendirmekle kalmamış, onun meşrulaştırılmasında da ister istemez rol oynamıştır. Bölgesel egemen blokların bu çatışması sonucunda ise kaçırılan sermayenin faturası yine bölge proletaryasına; yani Türkiyeli ve İranlı işçilere kesilecektir.

Hiç kimse makyajı akmakta olanın bir istisna olduğunu veya “ahlaksızlık” ve “kötü yönetim” benzeri öznel erdemlerin kendilerinden kaynaklandığını iddia etmeye cüret etmesin. Aktifbank’tan Man Adaları’na, rüşvet politikasından ayakkabı kutusuna, vergi kaçakçılığından kara para aklamaya dek ortaya yere dökülen neoliberal bilançonun kendisi Türk kapitalizmine ve onun doğasına içkindir. Sarraf davası aracılığıyla üzerindeki toz bulutu azıcık da olsa dağılmış bulunan enkazın temelleri, yıllardır ülkeyi yöneten sınıfın ekonomi politikalarıyla atılmıştır. New York’ta kurulan mahkeme, Beştepe’de bina edilen sarayın mantıksal sonucudur. 16 Nisan Oligarşisi, Türk kapitalizminin kronik sermaye birikim krizine cevaben bu suçu işlemiştir. Bu suçun belgelenmiş olması ve bu belgelerin birtakım “dış mihrakların” uluslararası siyasi programlarıyla yapboz misali uyuşması, suçun işlenmiş olduğu gerçeğini değiştirmez. Bununla beraber mevcut davanın isimler üzerinden tartışılmasına da duyulan her yerde itiraz edilmeli. Bu suçu farklı isimler, ancak aynı sınıf işlemiştir. Zira Türk kapitalizminin siyasal önderliği değişecek olsa, verili sömürü ve üretim ilişkileri çerçevesinde bütün burjuva politik özneler aynı yağmaya ve sahtekarlığa başvuracaktır.

Son olarak, birkaç hafta önce Ekim’in 100. yıldönümünü kutlamış olmamızın vesilesiyle, Ekim 1917’den Şubat 1918’e dek Çarlık’ın ve Avrupalı hükümetlerin savaş boyunca ve öncesinde yapmış oldukları gizli anlaşmaları yayınlayan Izvestiya’nın, bu belgeleri kamuoyuna sunarken hazırlamış olduğu kısa sunuş yazısının bizim için can alıcı kısmını yeniden hatırlatalım:

Gizli diplomasi, çoğunluğu, kendi çıkarlarına tâbi kılmak için aldatmak zorunda olan mülk sahibi azınlık için gerekli bir araçtır. Karanlık işgal planları ve soygun amaçlı ittifakları ve anlaşmaları ile emperyalizm gizli diplomasi sistemini en yüksek düzeye ulaştırmış bulunuyor. Avrupa halklarının varını yoğunu elinden alan ve onları mahveden emperyalizme karşı mücadele, aynı zamanda, gün ışığına çıkmaktan haklı nedenlerle korkan kapitalist diplomasiye karşı mücadele de demektir. Rus halkı ve onunla birlikte Avrupa halkları ve bütün dünya, bankerler ve sanayicilerin parlamenter ve diplomatik ajanlarıyla birlikte gizli kapaklı hazırladıkları planlar hakkında belgelere dayanan gerçeği öğrenmelidir… Gizli diplomasinin ortadan kaldırılması, onurlu, halka dayalı, gerçekten demokratik bir dış politikanın birinci koşuludur.