İdeoloji Olarak Biyoloji - Richard C. Lewontin

“Her politik felsefe
bir insan doğası teorisiyle
başlamak zorundadır.”

Richard C. Lewontin bu kitabında biyolojik bilimlerin içinden gelen bir bilim insanı olarak bizlere “modern bilim ideolojisini” anlatıyor ve yönelimlerini gösteriyor. Lewontin modern biyolojinin en saygın isimlerinden birisidir. Popülasyon genetiği ve evrimsel genetik çalışmaları ile popüler ismiyle modern sentez olarak bildiğimiz, Darwin’in evrim mekanizmaları ve Mendel genetiğini sentezleyen evrim kuramının öncü kuramcılarından birisidir. Lewontin aynı zamanda bilim camiası tarafından Marksist kimliği ile de bilinir. Marksist metotlar ile yaygın “bilimsel” dogmaları ve spekülasyonları eleştirir ve bunların her defasında toplumsal içerimlerinden bahseder. 20. Yüzyılın son çeyreğinde popülerleşen sosyobiyoloji ve evrimsel psikoloji gibi büyük oranlarda sözde bilim (pseudoscience) olan disiplinlere de bol miktarda eleştiride bulunmuş ve somut çalışmalar olmadan varılan spekülatif ve indirgemeci kavrayışları hiçbir zaman bilim olarak kabul etmemiştir.

Lewontin kitabına modern bilimin tarihini anlatarak ve onun toplumda tuttuğu yeri ele alarak başlıyor. Bilimin yeni bir toplumsal meşrulaştırma metodu olarak öne çıkmasına değinerek onu orta çağ kilisesinin işleviyle kıyaslıyor ve benzerlikler kuruyor. Bu benzetme elbette bilimi ve nesnel bilgi imkanını görmezden gelen post modern yargılara değil, onun yerine eleştirel bir bilim kavrayışına götürüyor Lewontin’i. Bilimin bugünkü toplumlardaki sınıf ve cinsiyet eşitsizliklerini meşrulaştırmak için otoriteler tarafından kullanıldığını gösteriyor bizlere.

Kitabın bir diğer dikkat çeken tarafı ise Lewontin’in tarih boyunca insanların doğayı açıklamak için benimsedikleri metotların içerisinde bulundukları toplumsal yapı ve oluşturduğu ideolojilerle ilişkisidir. Lewontin, henüz birey kavramının galebe çalmadığı, herkesin ait olduğu toplumsal sınıf ve katmanlarla tanımlandığı burjuva devrimleri öncesinde doğaya karşı tutumun tamamen bütüncül olduğunu şu şekilde anlatır:

“Orta çağ ve Rönesans bilimine göre, doğa ayrışmaz bir bütündü. Mistik formül bilindiği takdirde, ölüler canlılara, canlılar da ölülere dönüştürülebilirdi. Doğa parçalarına ayrılarak anlaşılamazdı, eğer öyle yapılırsa doğa için elzem olan şey ortadan kalkardı…Toplumsal örgütlenme gibi doğa da ayrışmaz bir bütün olarak görülüyordu.”

Fakat sonrasında endüstriyel kapitalist üretim modelinin galebe çalmasıyla birlikte piyasanın ihtiyaç duyduğu serbest emek gücü ihtiyacını karşılamak için oluşturulan ve burjuva devrimleri sonrasında yaygınlığı artan “birey” kavramıyla birlikte toplumdaki her insan biçimsel olarak eşit ve asli kabul edilmiş ve toplum adeta büyük bir ivmeyle atomize edilmeye başlanmıştır. Bu gelişmelerin bilime yansımasının en büyük örneklerinden birisi bizzat Darwin’de bulunmaktadır. Kuramının en parlak argümanı olan doğal seçilim ilkesi adeta Malthus’un ve döneminin İskoç ve İngiliz siyasal iktisatçılarından ilhamla oluşturulmuştur ve bu da bize bilimsel çıkarımlarımızın içerisinde bulunduğumuz ekonomik ve siyasal yapılardan ne düzeyde etkilendiğine dair parlak bir fikir vermektedir.

Lewontin bilimdeki bu ve buna benzer eleştirel yaklaşımlarına makul bir şüphecilik adını vermektedir. Şüpheciliğini bugünün yaygın kavrayışlarına da genişletmektedir. Bunlardan birisi kitapta da geçen IQ konusudur. IQ’nun etnik bir özellik olduğu ve siyah insanlarda daha düşük beyazlarda ise beklendiği üzere daha yüksek olduğuna dair çalışmalardan(!) bahseder ve bu çalışmaların metodolojik hatalardan haberdar eder bizi.

Kitabın en can alıcı kısmı DNA Doktrini ismiyle sunulan fikirde yatıyor. Lewontin sosyal eşitsizlikleri hatta daha geniş tanımlamak gerekirse insana dair olmakta olan her şeyi genetik mirasla açıklayan bu popüler ve statükocu görüşe DNA Doktrini ismini veriyor. DNA Doktrini, bilimsel bir geçerliliğe sahip olmamasına rağmen bilim ideologları tarafından sanki bilimsel bir olguymuşçasına savunuluyor ve okullarda da öğretilmekten geri durulmuyor. Sıra somut çalışmalarla bu fikri ispatlamaya gelince ise elbette bu ideologlar sınıfta kalıyor.

Son olarak Lewontin bizi İnsan Genom Projesi gibi mega bilim projelerine karşı eleştirel olmaya çağırıyor. Elbette başta bahsettiğimiz gibi asla post modern bir çağrı değil bu. Bu çalışmaların devasa bütçelerle yapılması ve bunların birer sektör halini almış olması çalışmalara karşı siyasal iktisadi eleştiri yöntemlerini geçerli kılıyor. Bu noktada “saf bilim” ve benzeri yaklaşımları bırakıp toplum ve içindeki ilişkilerden konuşmaya başlıyoruz.

Önceki İçerikArjantin, 1985: Biz o tarihin bir parçasıydık!
Sonraki İçerikİTÜ’de İran halkıyla dayanışma: Diktatöre ölüm!