Aşı çalışmaları tünelin sonundaki ışık mı?

Aşılar, toplumsal bağışıklık oluşturarak, bulaşıcı hastalıklardan korunmamızı sağlayan çözeltilerdir. Bu çözeltiler hastalığın kontrol altına alınmasını, hastalığın eliminasyonunu (bulaşıcı bir hastalığın görülme sıklığının sıfır düzeyine düşmesi) ve eradikasyonunu (hastalık etkeninin yeryüzünden yok edilmesi) sağlar. Yaygın aşı uygulamaları ile çiçek hastalığının eradike edildiği, çocuk felci hastalığının eradikasyonunda büyük bir yol alındığı ve kızamık, kızamıkçık, kabakulak, suçiçeği gibi bazı hastalıkların sıklığında ve bu hastalıklara bağlı ani ölümlerde belirgin bir azalma olduğu düşünülecek olursa, Covid-19 pandemisinin sonlanmasında da yaygın aşılama elzem bir yer tutmaktadır.

Pandeminin başladığı tarihten itibaren “bir aşı gelecek ve bu hastalık anında hayatımızdan çıkacak’’ şeklinde yanlış bir algı oluşmuş durumda. Öncelikle bu yanlış algının nedeni, ana akım medyada her gün — aşılar üzerine uzmanlığı olan olmayan — birçok insanın kaynağı belirsiz söylemlerde bulunması; aynı zamanda hükümetlerin çarkların dönmesi uğruna almadıkları etkin karantina önlemlerini bir şekilde ört pas etme çabası da bu yanlış algının altında yatan dinamiklerden biri. Aşılar ancak etkin ve yaygın uygulandığı taktirde, zamanla hastalıkları önce kontrol altına alacaklar ve ancak yıllar sonra eradike edebilecekler. Milyonların ölümüne neden olan bir pandemiyle ilgili olarak bahsettiğimizi göz önünde bulundurursak, bu durum dünya nüfusunun en az %70’inin aşılanması ile kontrol altına alınabilecek gibi gözüküyor ve bu da, kapitalizm altında oldukça uzun yıllar sürecek.

Aşılar nasıl geliştirilir?

Aşılar ve ilaçlar, insanlar üzerinde denenmeden önce uzun bir pre-klinik (klinik öncesi) aşamadan geçer. Bu aşamada, çalışmalar hücreler ve hayvanlar üzerinde yapılır. Daha sonra klinik aşamalar dediğimiz faz çalışmaları başlar. Her bir faz evresi, bir önceki evrenin doğrulanmasını ve olası eksikliklerin giderilmesini hedef alır.

Faz I, Faz II ve Faz III olarak adlandırılan bu araştırma evrelerinde; Faz I çalışmalarında aday aşı genellikle 40-50 kişilik sağlıklı gönüllüler üzerinde denenir ve daha sonra güvenilirliği ile bağışıklık yanıtının türünün ve kapsamının belirlenmesi amaçlanır. Bu evreden sonra Faz II evresine geçildiğinde, aşı hastalığa yakalanma riski taşıyan birkaç yüz gönüllü üzerinde denenir. Bu süreçte, bir gruba aşı yapılırken diğer bir gruba plasebo (hastaya aşının yapıldığı söyleniyor ancak etkisiz bir madde veriliyor) aşı verilerek aşının etkinliği ve güvenliği kontrol grubu ile kıyaslanmış olur. Faz III çalışmalarında ise aşının çok daha fazla kişiye uygulanıp hastalığı önleyip önleyemeyeceğinin belirlenmesi ve ne kadar güvenli olacağının değerlendirilmesi amaçlanır. Aşı, binler ve hatta on binler üzerinde denendikten sonra bağımsız kuruluşlar tarafından, güvenilir ve etkili olduğu onayını alırsa aşıya lisans verilebilir. Lisans aldıktan sonra yapılan tüm çalışmalar Faz IV olarak adlandırılır.

Covid-19 aşı çalışmaları: Sinovac ve Phizer

Dünya sağlık örgütü verilerine göre 8 Aralık tarihi itibariyle, dünya genelinde 162 pre-klinik ve 52 klinik aşamaya geçmiş olan çalışma mevcut. Klinik aşamada olan çalışmalardan 13 tanesi Faz III aşamasında bulunuyor.

Bu aşamadaki aşılardan, Türkiye’nin 50 milyon doz sipariş ettiği, zayıflatılmış virüs teknolojisi ile üretilen Sinovac aşısı için Faz III çalışmaları Türkiye ve Brezilya’da hala devam etmektedir. Dolayısıyla Faz III aşamasını tamamlamamış bir aşı etkili dahi olsa (antikor üretse de), hastalığı ne kadar önlediği ile ilgili olarak belirsizlik sürmektedir. Pandemi döneminde olmamız neticesinde, bir sıfırdan büyüktür denilerek bazı aşı çalışmalarının ulusal kuruluşlar tarafından “acil kullanım’’ onayı alabildiğini unutmamamız gerekiyor. Sinovac aşısı da Çin’de acil kullanım onayı almış fakat Faz III aşaması sürmekte olan bir aşı. Çin’deki Sinovac, Biotech şirketi tarafından üretiliyor; burada sorulması gereken asıl sorunun — bilim dışı ve aşı karşıtlığına yol açacak söylemlerden kaçınılarak — aşının etkinliği ve güvenilirliği üzerine olması gerekmektedir.

Her aşı adayının yukarıda bahsettiğimiz pre-klinik ve klinik aşamalardan geçip, deney sonuçlarını bilim kamuoyuna paylaşması ve böylelikle bilimsel bir gözle aşının güvenilirliği ve etkinliğinin değerlendirilmesi söz konusu olmalıdır. Şu an, BioNTech/Pfizer şirketinin mRNA teknolojisi ile geliştirdiği aşının güvenlik sonuçları The New England Journal of Medicine dergisinde yayımlanmış bulunmakta. Totalde 44 bin hastanın katıldığı araştırmaya göre, 2. dozdan sonra aşılanan hastalardan hastalığı geçiren 8 kişi olduğu ve plasebo grubunda ise 162 vakanın gözüktüğü sonucuna bakılarak, aşının etkinliğinin %95 olduğu söylenebiliyor.

Başkanlık rejimine güvenmeyin; bilimin, işçi sınıfının hizmetine koşulmasını talep edin

Aşı çalışmalarının hız kesmeden devam etmesinin, pandeminin sonlanması adına içimize su serptiği bir gerçek.

Bilime güven burada devreye girerken, devletlere olan güvensizlik de bir yanda duruyor. Hiçbir aşı çalışması gizlenen vaka sayılarını, bankalar ile oligarşinin çıkarlarının insan yaşamına tercih edildiğini ve kontrol altına alınabilecek olan pandeminin bu hale kimler tarafından getirilmiş olduğunu bizlere unutturmayacaktır. Bugünün ayyuka çıkmış aşı karşıtı gericiliği, rejimin yıllardır sürdürdüğü evrim teorisi karşıtlığının, din dersinin zorunlu tutulduğu fantastik ders müfredatları programlarının ve dindar nesil yetiştirme politikalarının trajik bir sonucudur. Bu rejim ki pandemi patlak verdiğinde, bilimin bugünlük merkezi olan akademiden binlerce akademisyeni ihraç etmişti ve gerekli sağlık önlemlerini almak yerine camilerden sela okutmayı tercih etmişti. 

Dolayısıyla pandeminin sonlandırılması yalnızca aşı çalışmalarının bilimsel ilerleyişini değil; aynı zamanda dünya burjuvazisinin insanları ölüme sürükleyen politikasının durdurulması adına işçi sınıfının aktif bir sosyalist müdahale gerçekleştirmesini de gerektirmektedir. 

Bu sebeple işçi ve gençlik örgütlerini doktorları ve bilim insanlarını savunmaya çağırıyoruz. Bilim insanları ile doktorları da seferber olmaya çağırıyoruz. Sağlık ve hasta bakımı için kaynak var, sorun bu kaynakların radikal biçimde yeniden paylaştırılması sorunudur.

Rejime değil, bilime güveniyoruz.

Kaynakça

Önceki İçerikBir pandemi yönetimi örneği olarak çocuk işçilerin boğazını sıkmak
Sonraki İçerikYaşamın sınırlarında bir yaban otu: Tezer Özlü