Bazen şairler, filozoflar, devlet bürokratları, bazen işçiler, lgbti+’lar ve bütün ötekiler. Sınıf, cinsel yönelim ve statü değişse de insanın varoluşuna yükleyemediği anlam ve eşitsizlikler bakımından intiharın nedenleri pek değişmiyor. Özel mülkiyet düzeni ve erkek egemen kapitalizm öldürüyor!

Burada bahsedilen nedenler, elbette pozitif bilimsel kuramdan ve çalışmalardan bağımsız olarak, sadece meseleye farklı bir gözden yaklaşmak olabilir. Genellemeden uzak, naçizane bir değerlendirme! Son yıllarda yapılan çalışmalarda, psikiyatrik hastalıklarda genetik nedenler saptanmış olsa da, biz buna çok değinmeyeceğiz.(1)  Burada bahsettiğimiz, müfredata dayalı deneysel kısmından çok toplumsal düzenin ve üretim ilişkilerinin neden olduğu sorunlar.

Dünya çapındaki ölümlerin ilk on nedeni arasında yer alan intiharı, maddeci bir nedensellikle incelediğimiz zaman buna neden olan etmenler arasında psikolojik, sosyolojik, ekonomik pek çok faktör görülmektedir. Burada Marksist metoda bağlı kalarak değerlendirdiğimizde, bu üç nedeni de toplumsal yapıya, üretim ilişkilerine bağlamak, suçluyu saptamakta bir turnusol kağıdı görevi görecektir. Elbette intihar vakalarını bir tek emeğe yabancılaşma, toplumsal gerginlikler ya da salt gelecek kaygısı ile açıklamak psikolojiyi bir bilim olarak basite indirgemek olabilir. Meselenin akademik kısmına temkinli yaklaşmak faydalı olacaktır. Fakat tarihsel gelişimde insanın sosyal ihtiyaçları, duygusal istekleri ve cinsel yönelim ya da cinsel sağlık sorunları, derinde bu toplumsal sorunların, aile kurumunun ve meta eksenli üretimin yarattığı travma ve tahribatlar çok önemlidir. Özellikle bütün dünyada intihar vakalarının 15-27 yaş ortalamasında seyretmesi, bu yaşların verimlilik, algılama ve üretkenliğin en doruk noktalarında olan yaşlar olduğunu düşünürsek, özellikle gençliğin fırsat eşitliğinden mahrum olmasını ve geleceksizlik kaygılarını bunun en büyük sorumlusu ilan edebiliriz.

Erkek egemen kapitalizm ve ezilen egemenler olarak erkekler

Meseleyi ayrı bir boyutuyla, toplumsal cinsiyet rol ve normları üzerinden ele alırsak bir değerlendirme daha yapabiliriz. Cinsel yönelim ve göçmenlik kaynaklı dışlanmanın intihar vakalarındaki yüksek oranın yanı sıra, intihar vakalarının en fazla olduğu kesim erkekler. Buna bilimsel olmama ihtimali ile birlikte bir yorum getirelim dersek, kadınların toplumsal hayatta yok sayılarak başlamasının, hayatı daima cinsiyet eşitsizliğinin negatif etkileriyle savaşarak sürdürmesinin kendisinde yarattığı direnci, erkeğin ise egemen ideolojinin kendisine verdiği pozitif ayrımcılıkların, devamında erkek üzerinde yarattığı sosyal, cinsel, öznel tahribatları neden olarak göstermek doğru olur.(2) Burada kimileri, erkeklerin intiharlarını gerekçe göstererek cinsiyet eşitsizliğine yanılsamalı bir egemen yorumu getirebilir. Bu elbette dümdüz saçmalık olur. Erkeği değil, erkek egemenliği ve toplumun dayattığı erkekliği parçalamak, erkeklerin de toplumsal kurtuluşunu sağlayacaktır. Özellikle cis hetero erkekler için bu durum bir avantaj gibi olsa da, bu, erkek egemen kapitalizmin erkek üzerindeki travmalarını ve ruhsal bozukluklarını da tetiklediği, onu psiko-sosyal açıdan özüne yabancılaşmış bir canavara dönüştürdüğü söylenebilir. Erkeklerin intihar oranlarının görece yüksek olması ise bu şekilde açıklanabilir. Heteronormatif ve erkek egemen toplumun yok edilmesi, kadınlar ve lgbti+’lar kadar erkeklerin de kurtuluşunun parolasıdır.

Trans intiharları politiktir! Çünkü translar yoktur!

Toplumsal cinsiyetten ve erkek egemenlikten bahsetmişken trans intiharlarını ayrı bir başlıkta kısa da olsa değerlendirmemek olmaz. Medyada çok fazla konu olması nedeniyle Eylül Cansın’ ın vahim intiharı, aslında bir intihar değil toplumsal yapının cinayetidir. Trans cinayetleri politiktir derken bahsedilenin tam olarak bu olduğunu çıplak bir şekilde anlıyoruz. Düzen dışı düşünmeyen bir psikoloji uzmanı için elbette bu intiharlar düzen içi çözümü olabilecek şeylerdir ama politik olarak böyle değil. En nihayetinde terapi ya da ilaç kullanımı, bu gerçekliğin üstünü örtmüyor. Sorunun kaynağı bu çürümüş toplumsal düzendir. Eşit yaşam ve tüm sosyal hakları elde edemediği sürece bu intiharlar cinayet, cinayetler de politik olmaya devam edecek. Her şey politiktir, ama trans ölümleri politik cinayetlerdir!

İntihar haricinde cinayete kurban giden trans bireyler, çalışma hayatında yaşadıkları ayrımcılıklardan tutun sosyal yaşamda yok sayılmaya kadar birçok kaygı ile yaşıyorlar. Gerek güvensiz koşullarda seks işçiliği yaparken, gerek yolda yürürken, gerek aile bireyleri tarafından öldürülerek yok oluyorlar.

Hayatı anlamlandırma biçimi olarak din

Yine başka bir boyut olarak din olgusu da karşımıza çıkmakta. İnsanın dünyayı anlamlandırma ve yorumlama çabasının sonucu olan din, intiharlar konusunda da gözümüze çarpıyor. İntihar oranları göstermektedir ki, intihara meyillilik ve bunu eyleme dökmede din, çok önemli bir noktada. Burada dinin gerekliliğini vurgulamak elbette yersiz olur. Marx’ın hep özüne aykırı şekilde alıntılanan “din, baskı altında ezilen yaratığın iç çekişidir, din toplumların afyonudur.” aforizması, dini bu konuda yorumlamamıza yardımcı oluyor. Bu konu özelinde intiharın engelleyicisi olarak dini iyi bir referans olarak göstermek, insanın biyo-psiko-sosyal yapısına verdiği akılalmaz tahribatı yok saymamıza neden olmamalı. Din, bugünün koşullarında bireysel bir uyuşturucu görevi görse bile, kurumsal olarak insan özgürlüğünün en azılı düşmanıdır.

Daha birçok örnekle açıklanabilecek bu konu, aslında sosyalist ya da komünist toplumda nihayete ulaşacak gibi bir yanılgı yaratmamalı. Ama toplumsal yaşam içinde nedenlere bağlı kötü sonuçlanan bu sorunu düzen içi sebepleriyle incelememek, bilimsel açıdan bir kısır döngüdür. Elbette ilkel toplumdan bugüne insan, birçok sosyal sorunun psikolojik yansımasıyla başa çıkmak zorunda kaldı. İnsanın sosyal arayışları bunu belki de daha ileri toplumlarda daha farklı, daha karmaşık ama daha yaratıcı, daha üretken bir noktaya getirecek. Bu mümkün mü? Buna verecek cevabımız, özgürlüğü bireyin özgürlüğü olarak gören, etiği olmayan, kimin gücü kime yeterse anlayışının hakim olduğu kapitalist toplumda asla mümkün olamayacağıdır. Geleceğin toplumunu yaratmak için çabalamak, eşitliği ve özgürlüğü bütünlüklü bir şekilde savunmak, tıpkı Troçki’nin bahsettiği gibi, bireyi kutsal kılmak için onu çarmıha geren toplumsal yapının yıkılması ile mümkün olacaktır.

1-https://bilimfili.com/kisilik-ozellikleri-ile-psikiyatrik-hastaliklar-arasinda-genetik-iliski-bulundu/

2-https://dunyadanbihaber.org/geleneksel-erkeklik-amerikan-psikologlar-birligi-tarafindan-zararli-olarak-addedildi/?fbclid=IwAR2vUpE0l1Ad4P66AAiCzJ6UJvoiMNLaH77Ktc0KXHL-XcBgiYCkHsbnCzE