Lavc59.13.101

Bu ilgi uyandırıcı sorunun yanıtı okuma yazma bilen herkesin malumu. Hatta epeyce absürt ve bu dönemde gündemi sulandıran tatsız bir şakaya benziyor. Ancak bu soruyu sorma lüksüne sahibiz. Çünkü günlerdir sokakları dolduran yüzbinlerce insan içerisinde sürekli Abdullah Öcalan ya da Dem Parti aleyhinde cinsiyetçi küfürler eden, ırkçı sözler eden protestocularla; bu sözleri dövizlerine yazan insanlarla karşılaşıyoruz. Toplumun devrimci bir yönde dönüşmesi için mücadele eden bizler açısından bu, takdir edersiniz ki üzerinde durulası bir mesele.

Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali, gözaltına alınması ve günün sonunda tutuklanması sürecinde başlayan protesto dalgası sürüyor. Sokaklarda yüz binlerce, hatta milyonlarca insan var. Bu insanlar rejime karşı öfkelerini, taleplerini, özlemlerini -çoğunlukla örgütsüz bir şekilde- ifade ediyor. Elbette bunlar arasında bir bilinç ve söylem birliği söz konusu olmadığı için envaiçeşit protesto biçimi görüyoruz.

Önce şu soruyla başlayalım, kitleler -özel olarak gençler- sağcı mı? Bu soruya belirgin bir yanıt vermek güç, ancak biraz geriye giderek en azından öğrencilerin son yıllarda neler yaşadığına, nasıl bir atmosferde yetiştiğine bakalım. Elbette bütün gençlerin durumu aynı değil. Gençler de -toplumun bütünü gibi- farklı kesimlere (sınıfsal, cinsel, ırksal) bölünmüş durumda. Biz elbette burada daha ziyade emekçi gençleri/öğrencileri değerlendirmeye çalışıyoruz. Genel bir resim çıkarmak ve öğrencileri etkileyen temel meselelerden söz etmek iyi olacak. Türkiye açısından 2013’te yaşanan Gezi Direnişi, 2015’te AKP’nin seçim yenilgisi ve 2016’daki darbe girişimi gibi gelişmeler rejimin hassas yapısını gözler önüne sererken; rejim bunu daha çok baskı ve şiddetle aşmaya çalıştı. Bugüne gelindiğinde örgütlü olmanın suç addedildiği, örgütlü öğrencilerin izole edilerek marjinalleştirildiği bir tablo karşımıza çıktı. İşin bu boyutu, öğrencilerin ciddi bir örgütsüzlükle malul olmalarına yol açtı. Örgütsüz öğrencilerin aynı zamanda rejimin şovenist propagandasına maruz kaldığını da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Rejimin inşa ettiği otoriter sistem lise eğitimi, basın, sosyal medya gibi kanallar eliyle gençlere zerk edildi. Bu ideolojik kuşatma gençlerin ekseriyetinin esas düşmanı bırakıp başka kesimlerle mücadele etmesine, onları düşman bellemesine yol açtı. 

Meselenin diğer boyutu ekonomik temelli. Gittikçe yoksullaşan ve güvencesizleşen gençler için geleceğe dair umut beslemek, uzun vadeli planlar yapmak, mutlu bir hayat kurmak hayal halini aldı. Alım gücü düştü, gençler yoksullaştı. Ayrıca neoliberal piyasacı anlayışın üniversiteleri tam olarak kuşatması son on yılda tepe noktasına ulaştı. Daha açık bir ifadeyle artık gençler özel üniversitelere, özel yurtlara para ödeme zorunluluğu arttı, eğitimin bütün unsurları piyasada alınır satılır birer mal halini aldı; harçlar kalktı fakat eğitim fiilen paralı bir hale geldi. Demek ki 2025 yılında Türkiye’de üniversite okuyan bir öğrenci ekonomik açıdan ciddi bir darboğaz yaşıyor, geleceğe dair umutsuzluk taşıyor, geçim derdiyle uğraşıyor.

Tüm dünyada yükselen sağcı dalgayı düşünelim. Trump, Putin, Bolsanaro, Erdoğan… Elbette bunların bağlamları, kökenleri, programları farklılık arz ediyor. Ancak sonuçta sağcı isimlerle birlikte sağcı fikirler de yükseliyor. Cinsiyetçi, ırkçı, yabancı düşmanı fikirler dünya ölçeğinde gençleri zehirliyor. Bir de Elon Musk gibi küresel tekellerin sağcıları desteklediği düşünülürse… Öyleyse 2025 yılında Türkiye’de üniversite okuyan gençler ailenin kutsandığı, ırkçı fikirlerin yayıldığı, homofobik ve transfobik söylemlerin güçlendiği bir dönemde yaşıyor ve bundan -maalesef- etkileniyor. Elbette bu noktada öğrencilerin cinsiyet, sınıfsal köken, ulusal arka plan gibi farklı belirleyenler ışığında farklı tavırlar aldığını gözden kaçırmamak gerekir. Örneğin, pek çok araştırmanın da gösterdiği gibi milliyetçi ve muhafazakar fikirler erkekler arasında daha yaygınken özgürlükçü fikirler kadınlar arasında daha yaygındır.

Bütün bunlar düşünüldüğünde, ortalama bir gencin milliyetçi olması beklenmedik bir sonuç değil. Hatta çoğu durumda, ırkçı söylemlerin açığa çıkması da normal. Fakat normal olan her şey doğru değil. Bizce doğrusu; özgürlükçü, dönüştürücü fikirlerin ve eylemlerin yaygınlaşması için mücadele etmek; her türden ırkçı, ötekileştirici, cinsiyetçi pratiği ortadan kaldırmak. Peki sokaklarda yan yana yürüdüğümüz insanlar ortadan kaldırmak istediğimiz bu pratiğin sahibiyse?

Karşımızda olan bir grup faşist provokatör mü, yoksa sıradan milliyetçi öğrenciler mi? Soruya verilen yanıt bu pratikle nasıl baş edeceğimizi bize gösterecek. Bizce sokakta karşılaştıklarımızın bir kısmı hakikaten provokasyondan başka bir amaç gütmeyen, sorunlarımızın gerçek muhatabı olan rejimle değil de; Kürtlerle ya da sosyalistlerle mücadele etmeye çalışan ve günün sonunda seferberliği yolundan saptırmak isteyen unsurlardır. Fakat bu provokatör kesimler çoğunluk değildir. Aksine, bunlar eylemlere katılan öğrenciler tarafından da benimsenmeyen Zafer Partisi gibi marjinal kesimlerdir. Ancak bu kesimler, daha az cinsiyetçi, daha az saldırgan bir dil tuttursalar, doğru zamanda bu fikirlerini aktarsalar; öğrencilerin çoğunluğunda bir karşılık bulurlar mı? İşte can alıcı soru budur ve cevap evettir. Bize göre, öğrenci kitlelerinin büyük çoğunluğunun bir yürüyüşün ortasında Dem Parti ya da Kürt halkı hakkında küfürlü slogan atan bir erkek grubuna müsamaha göstermeme sebebi, bu fikirlere karşı olmaları değil, zamansız ve fazla saldırgan bulmalarıdır.Kitle hareketi açısından esas tehlike de burada yatmaktadır. Burası, bahsettiğimiz enfeksiyon riskinin yoğunlaştığı açık yaranın bulunduğu alandır.

Kitleler elbette eylem içerisinde değişip dönüşür. Bu gerçek üzerinden hareket etmeliyiz. Bugün yaşadığı ekonomik ve sosyal sorunların temelinde yerinden edilmiş mültecilerin ya da Kürtlerin olduğunu varsayan bir kişiyle karşılaşırsak ona sorunların sebebinin diğer ezilen ve sömürülen kesimler olmadığını, hatta düşmanımızın ortak olduğunu anlatırız. Fakat milyonlarca insanı tek tek ikna edemeyeceğimize göre devreye bir araç sokmalıyız. İşte,politika! Bu politika, kitlelerin mevcut geri bilinçleri ile (örneğin bugün, öğrenciler arasında kendisini ırkçılık ve cinsiyetçilikle dışa vuran bilinç) hedeflerimiz arasındaki açıyı kapatmaya çalışan bir program temelinde olabilir. Yani ırkçı olan şahsa, “bak bu yaptığın yanlış” demekle zaman kaybetmeyip, sokakta yürüyen binlerce gence başka bir hedef sunmalı. Somutlayalım. “Üniversitelerden belediyelere kayyumlara son!” sloganı, sadece İBB’yi değil, rejimin el koyduğu Dem Parti belediyelerini de işaret eden; çözümün adresi olan ortak mücadeleye kapı aralayan bir slogandır. Bu ve benzeri sloganları kitle hareketiyle birlikte öne çıkarmalıyız. Bizim işimiz tek tek ırkçı şahıslarla mücadeleden ibaret olamaz, topyekûn, kitleleri zehirleyen fikir ve eylemlerle mücadele etmeliyiz. Kitlelerin önüne hedefler koymalı, var olan hedefleri geliştirmeliyiz. Fakat bu hedefler nereye yürüneceğini değil, ne için yüründüğünü işaret etmeli.

Kitle örgütleri, forumlar, açık toplantılar, mitingler, yürüyüşler… Bunların tamamı bölücü, faşist sloganları engellemek ve teşhir etmek için ihtiyaç duyulan alanlardır. Bu alanlarda öğrencilerin acil ve ortak taleplerini öne çıkaracak slogan ve taleplerle hareket etmeliyiz. Bugün için üniversite öğrencilerinin yaşadığı antidemokratik sorunların kaynağı saray rejimidir. O zaman sarayı işaret eden bir propaganda yapmalıyız. Zafer Partisi gibi emekçileri bölmek ve rejime hizmet etmek dışında bir amacı olmayan aparatların propagandası karşısında kitle içinde ısrarlı ve sürekli bir propaganda çalışması yapmalıyız.

Toplumun dönüşümü kısa vadeli hamlelerle gerçekleşemez. O yüzden bir mitingde yanımızda milliyetçi bir slogan duyunca sinirlenip orayı terk edemeyiz. Bir provokasyonu boşa düşürmek oldukça zorlu bir görev olabilir, ırkçı bir topluluk bir eylemi sabote etmeye çalışabilir, dikkatli olmalı, yine kitleler nezdinde bu ırkçıların itibar ve güven yitirmesini sağlamalıyız. Kitleleri, hiçbir alanda sağcı fikirlerle baş başa bırakamayız, onlar bu fikirlere açık kapı bıraksa dahi! Burada önemli bir soruyu hatırlatalım. Siyaset kime gerek? Esasen biz, siyasetin kitlelere gerektiğini düşünen bir siyaset anlayışıyla hareket ediyoruz. O yüzden ısrarcı olmamız gerektiğini düşünüyoruz.

Toparlayacak olursak, kitle hareketinin önderliğinin hiçbir koşulda ırkçı ve cinsiyetçi kesimlere bırakılmaması gerektiğini düşünüyoruz. Mevcut seferberlik boyunca kitlenin hem içinde hem önünde olmaya çalışıyoruz. Kitlelerin geri bilinçlerinin eylem alanında -ancak- politika yaparak -yani kitlelerin acil ve ortak taleplerini onların bilincini ileri taşıyacak biçimde formüle ederek- değiştirebileceğimizi düşünüyoruz. Kitleleri kazanmak isteyenlere de bunu tavsiye ediyoruz.

Önceki İçerikKAYYUM REJİMİNE KARŞI AKADEMİK BOYKOTU BÜYÜTELİM! ÖTK’LAR İÇİN İLERİ!
Sonraki İçerikKitlelerin içinde nasıl çalışmalı: Gençlik örgütlerinin eleştirilerine bir cevap