Eğitim ve gençlik hareketi

Eğitim sistemi büyük bir dönüşüm içinde. Her sene değişen sistem dönüşümün göstergesi ve aldatmacası! İyiden iyiye kendini hissettiren ekonomik krizin ardında devletin denetimini piyasada istemeyen neoliberalizm, kendine pazarlar aramaya devam ediyor. Eğitim ise bunun dünyadaki birincil kurbanı. Bilginin kendisinin bir meta haline gelmesiyle bir sektör haline dönüşen eğitim, patronların elinde. Peki öğrencilere ne kalıyor?

“Öğrencilerden alınan harcın toplamı 1 milyar TL, niteliği sıfır!”

Eşit ve ücretsiz eğitimin içi boşaltılıyor, eğitim ve bilime yapılan kamusal harcamalar kısılıyor. Böylece planlanan “girişimci üniversitelerin” kendi bütçesi ve ‘işletmesi’ olması hedefleniyor. Bize söz hakkı tanınmayan üniversite yönetim modelleri “şirketleşiyor”, piyasaya uyum programları yaratılıyor, öğrencilerin eğitiminden çok “karlılık” hedefleniyor. Üniversitelerde artık bilim insanından çok piyasa işletmecileri var! Peki “Ne için bilim, kim için bilim”?

Kapitalizmde eğitim; bilim üretmekle birlikte, emek düşmanı, cinsiyetçi, dini, kültürel hegemonya yaratmanın da birincil yoluydu. Bunun kontrolü de devlet aygıtının elindeydi. Dünya durumunda sosyal devletin çöküşüyle ve Türkiye’nin daha sonra kurucu imzacı olduğu Bologna Süreci’yle birlikte; Türkiye eğitiminin kapısı burjuvaziye iyice açıldı. Neoliberal politikaların hayata geçirilmesiyle birçok özel ve vakıf üniversitesi kuruldu, kamu üniversitelerinin niteliği ortadan kaldırıldı.

Eğitim sisteminin yapısal değişimiyle birlikte, öğrenci modeli de farklılıklara uğradı. Üniversite eğitiminin ayrıcalıklı olarak değerlendirildiği dönemde eğitim, üretim ilişkilerinden görece ayrıydı, aydın ve entelektüel yetiştiriyordu. Eğitimin ticarileşmesi ve sanayiyle birlikte yürümesiyle birlikte öğrencilik, emek piyasasına bağımlı bir sosyal tabaka oldu. Kronikleşen işsizlik kurbanı müşteri-öğrenciler, üniversite hayatlarının başından itibaren iş bulabilmek uğruna sertifika programları, stajyerlik vb. faaliyetlerle işçileşmek zorunda kaldı. Ekonomik kriz ve bir sektör haline gelen üniversite eğitiminde bir özne olmak, çalışmayı gerektiren acı bir zorunluluk haline geldi!

Açgözlü istihdam piyasası, aldığımız yüksek eğitimi yeterli görmüyor. Yeni üretilen neoliberal öğrenci modelinde dayatılan hırs ve rekabet etme zorunluluğu, gençliği dayanışma ve sorumluluk duygularından uzaklaştırıyor. Söylenen o ki neslimiz kişisel gelişim nesliymiş, sürekli gelişen, hayat boyu öğrenen bir nesilmiş. Bize sürekli kendimizi geliştirmemizi ve birbirimizle rekabet etmemizi nasihat ediyor. Sadece resmi rakamlara göre %25’i aşan genç işsizlik tablosu sanki hiçbir şey anlatmıyor gibi. Okurken çalışmak zorunda kalıyoruz, nitelikli eğitim alamıyoruz, mezun olduğumuzda iş bulamıyoruz, iş bulsak bile yasal kölelik mağduru oluyoruz. Maalesef çalışan değil, patron kazanıyor. İşte kapitalizmin soğuk gerçekliği budur.

Bildiğimiz şu ki gençliğin bu sorunlarının temeli patronlar sınıfının kar hırsı ve onların temsilcisi AKP hükümetinin uygulamalarıdır. Diğer alanlarda olduğu gibi eğitimde de bu hastalık büyümekte ve gelişmektedir. Türkiye kapitalizmi hastalığı iyileştirmekten ziyade bizzat virüsün kendisi! Saray hükümeti patronlara gelince kanının son damlasına kadar çalışmakta, emekçiler ve gençlere gelince damla koklatmamaktadır. Hükümetin sınıf karakteri böylesine ortada! Patronlarla kol kola olan iktidarın emekçileri ve gençliği düşünmediği su götürmez bir gerçek. Bir enkaz haline gelen eğitim sisteminin, sistem içi düzeltilebilmesi mümkün görülmüyor. Eşit, ücretsiz, bilimsel ve laik eğitime doğru giden yol; Türk kapitalizmini rafa kaldırmaktan geçiyor.

Gençliğin değişmekte olan sınıf karakteri ile birlikte, sömürü düzenine karşı mücadelesi gitgide önem kazanmakta. Gençliğin sorunları, işçilerin ve emekçilerin sorunlarıyla giderek örtüşmekte. Öncü olarak Avrupa-Fransa, Tunus ve Güney Amerika ülkelerinde gençlikte neoliberal politikalara karşı önemli seferberlikler yaşandı. Bu mücadelelerden öğrenebileceğimiz şu ki işçi-gençlik dayanışması kurulabildiği ölçüde mücadele büyüyor ve güçleniyor. Maalesef böyle bir mücadele hattı örneğinden bahsedebilmek Türkiye için mümkün değil.

Ülkemizde mevcut gençlik eylemlilikleri; polis şiddetine, İslamcı iktidara karşı örülen tepkisel eylemler şeklinde vücut bulmaktadır. Bakıldığında üniversite dönüşüm sürecinde muhalefetin bastırılması gerekliliği, iktidarın şiddetini yeniden üretmekte. Muhalefetteki bir diğer problem ise mücadeleyi sadece AKP karşıtlığından kurgulamak. AKP’nin rıza üretme fiillerini, onun sınıf karakterinden bağımsız okumak gerçek durumu tanımlamada çoğu zaman yetersiz kalıyor. Karşı eylemlerin “hareketçi” ve “öncücü” niteliği ise öğrenci kitlelerini mücadeleden pasifize etmekte. Ayrıca satın alınmış medyada çıkan spekülatif haberlere karşı verilen tepkisel eylemler, doğuştan “savunmacı” bir karaktere sahip olmakta. Oysa bizim ihtiyacımız olan elde kalanı savunan değil, geleceğini kuran gençlik! Daha da fenası örgütsüzlüğü özgürlük olarak addeden gençliğin politik bilincinin kurtarılması şart!

Tüm bunların ışığında, kitlesel bir politik bilinç yaratacak, mücadeleyi sürekli ve kitlesel kılacak, iktidarın ve sermayenin planları karşısında programatik temelde mücadele edecek, gençlik sorunlarını işçi ve emekçilerin acil sorunlarıyla birleştirecek bir devrimci kutbun yaratılması şart.

Okullarımızda var olan acil sorunların temelinde, sekterliğe ve ikameciliğe teslim olmadan örgütlenecek politik bir öğrenci muhalefeti, ülke içi devrimci gençlik hareketinin ilk adımı olacaktır. Aynı zamanda üniversiteler arası öğrenci birliği inşası da, bu politik bilincin gençlik arasında yayılması için vazgeçilmez bir amaçtır.

‘“Hareket, geçmişin sorumluluğunu taşımayan gençlikle yeniden canlanır.” demiş Troçki. Aktif ve saldırgan gençliğin atılımıyla, yorgun kuşaklar mücadeleye katılacak; geleceği kurmak eylemde birlikle kolaylaşacaktır.’

Sınıf eşitsizliğinden kurtulmuş, özgür, ücretsiz, bilimsel ve laik bir eğitim için hedefine Özgür Emekçiler Üniversitesi’ni koymuş bir devrimci gençliğin inşası için.