Kadına yönelik şiddetin gün geçtikçe arttığı, devletin buna karşı hiçbir önlem almadığı dönemlerden geçiyoruz. Günün herhangi bir saatinde; kıyafetimiz, gülmemiz, konuşmamız nedeniyle fiziksel ve sözlü şiddete maruz kalabiliriz. Hatta tecavüze uğrayıp öldürülebiliriz de. Peki kadınların bu durumda olmasına sebep olan şey nedir? Bu sömürü halinin yıllardır geçmemesini ve artarak ilerlemesini ele alalım…

Tarihte kadınlar yeri doldurulamaz bir öneme sahip olmalarına rağmen ekonomik, toplumsal ve siyasal rolleri bakımından kıyıda köşede kalmışlardır. Bu kadar önem arz etmelerinin ve kenarda kalmış olmalarının aynı anda gerçekleşiyor olması kadınların kaderlerini ölümcül kılan çelişkinin ta kendisidir. Aile ve toplum içerisinde kadının üstünde dayatılmış belli roller vardır. Bu roller; kadın kimliğini yok sayıp kadını eve kapatmıştır. Çocuk doğurup o çocuğun bakımını üstlenmesini, ev işi yapmasını söyleyen bu roller kadın bedenini sömürüp meta olarak kullandırtmıştır.

Engels bu konuyu, “… kadınlar toplumsal olarak üretken çalışmanın dışında bırakıldıkları ve ev işine hapsedildikleri sürece, kadınların kurtuluşu ve erkeklerle eşitliği imkansızdır ve öyle de kalmak zorundadır. Kadınların kurtuluşu ancak kendilerinin üretimde, geniş ölçüde ve toplumsal boyutlarda yer alabilmeleri sağlandığı ve ev işi onları çok az uğraştırmaya başladığında mümkün olur şeklinde açıklamıştır.

Bugünün kadınları

Bugün erkek egemen sistemin çoğu alanda fark edilebildiği Türkiye’de kadınlar her yerde çifte baskı ve sömürüye maruz kalmakta. Kampüslerde, iş yerlerinde, toplu taşımada, evlerimizde, hukuk düzeninde dahi ataerkil sistemi görmek mümkün.

Bunun örneklerine baktığımızda, geçtiğimiz haftalarda şort giydiği gerekçesiyle minibüste darp edilen bir kadın, ertesi hafta bu sefer kalabalık bir meydanda etek giydiği için azar işiten bir başka kadın ve erkek arkadaşı tarafından katledilen bir kadın öğretmeni ve bunlar gibi birçok olayı görebiliyoruz. Üstüne kadınların şiddete maruz kalmasının kadının eğitimiyle de bir alakası olmadığını Şengül öğretmenin katledilmesi bize bir kez daha göstermiş oldu. Örneklerin bolluğu durumun bireysel psikolojik sorunlar ya da tekil olaylar olmadığını gösteriyor. Sorun toplumsal ve hayatî. Zira hayatlarımız söz konusu. Sorunun pek çok sorumlusu var. Türkiye kapitalizminin çarpık gelişimi ve yaşam biçimi nedeniyle daha muhafazakâr eğilim göstermesi beklenecek köylü nüfusun mahallelerde işçi sınıfından çok, küçük esnafı, ufak tüccarları, aylakların bir bölümünü oluşturması ve köydeki toplumsal ilişkileri kentlerde yaşatmaya devam etmeleri sorunun bir ayağı iken, diğer ayağını da hükümetin güvenebileceği kadrolarını İmam Hatiplerden devşirmesi ve toplumun bir kesimini diğer bir kesime karşı bileyerek ayakta kalma politikası bina etmeye çalışması oluşturmakta.

Hem ayrıca sokakta kadına baskı uygulamak baskı uygulayan erkek için kendi çevresindeki kadınları sokağa göndermemek anlamına gelmekte. Dolayısıyla mahalle, aile, erkek baskısı ya da ekonomik zor ile evde oturtulan kadın çoğu işçinin daha ucuz çalışmasının temelini oluşturmakta. Bütün gün çalışıp eve gelen yemek, ütü, temizlik, çocuk bakımına zamanı olmayan erkek işçi, kadının ev içindeki görünmez emeği sayesinde lokanta, kuru temizleme, kreş gibi hizmetlere para vermek zorunda kalmayarak daha ucuz bir şekilde hayatını sürdürebilmekte.

Yarın ne yapacağız?

Hükümetin bir takım ekonomik ve politik tercihinden ileri gelen kadın cinayetlerine ve kadına karşı her türlü baskıya son verilebilir. Fakat hükümetin bu yolu seçmediği açık. Bir kısım zengin bürokratın ve patronların menfaati için yozlaştırılan toplumda bu baskı altında yaşamayı kabul etmemek ve mücadele etmek bizim elimizde. Erkek egemen sisteme karşı mücadele bu noktada sınıf mücadelesi ile birleşmekte. Unutmamamız gerekir ki ev içi kadın emeği hiçe sayılırken işyerlerinde çalışan kadınların emeğine çoğunlukla daha az para ödenmekte, hamilelik dönemlerinde kadınlar işlerinden olmakta, kocalarına ekonomik olarak bağımlı hale gelmekte. Evde ya da işyerinde çalışan, şu anda okumakta olup da çalışacak olan kadınlar olarak kurtuluşumuz bedenimizle birlikte emek gücümüzün özgürleşmesinden geçiyor. Her şeyden önce tacizin her türlüsüne, tecavüze ve şiddete karşı caydırıcı ve uygulanan yasalar istiyoruz. Emeğimize sahip çıkmak için eşit işe eşit ücret ve iş güvencesi istiyoruz. İş güvencesi bizim için hayat güvencesidir. Zira ancak ekonomik bağımsızlığımızı elimizde bulundurduğumuz vakit potansiyel katlimizden uzaklaşabiliriz. Bunları sağlamak herhangi bir devletin başlıca görevidir; tekrar ediyoruz bunlar bizim can güvenliğimizin garantileridir. Bu konularda adım atmayan hükümet görevini istismar ediyor demektir.