Selin Gümüş

Kayyım yönetim, Boğaziçi Üniversitesi bünyesindeki öğrenci faaliyetlerine uyguladığı doğrudan müdahaleye sansür kolundan devam ederek Boğaziçi Üniversitesi Sinema Kulübü’nün mayıs ayında Onur Haftası kapsamında göstereceği queer temalı filmleri herhangi bir gerekçe göstermeksizin yasaklamıştı. Ardından BÜ(S)K’ün her yıl yaz döneminde Güney Meydan’da gerçekleştirdiği Açık Hava Gösterimleri dahilindeki ikisi queer içerikli, üç film yazılı bir gerekçe sunulmadan sansürlenmişti.

İki gösterim sürecinde de yazılı belge ile gerekçe sunulmaması, karşı çıkmaya ve hukuki yola başvurmaya vakit bırakmamak için kasıtlı olarak gösterimin yapılacağı tarihlerde sansürün kulüp üyelerine “ahlaksızlığa özendirme” ve “hassasiyet” ifadeleri kullanılarak sözlü olarak bildirilmesi kayyım yönetimin işleyişindeki hukuksuzlukların sayısız örneğinden yalnızca birkaçıdır. İktidar dilinin doğrudan yansıması olan sözlü gerekçelerindeki ifade ve hassasiyetlerin herhangi bir somut karşılığı yoktur: Hemen her fırsatta farklı cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerine yapıştırılan “ahlaksız” yaftası temel hak ve hürriyetlere aykırı, “LGBTİ+’ya özendirme” iddiası ise tam manasıyla bilim dışıdır.

Gösterim filmlerinden üçünün yasaklanmasını takiben okulun 39 öğrenci kulübü, ortak yayınladıkları bir bildiriyle, “Sansüre Karşı Hep Beraberiz” diyerek gayrimeşru yönetimin gerici kararına karşı olduklarını göstermişti. Kulüplerin ortak iradelerini hiçe sayan kayyım yönetim 3 Ağustos tarihinde Boğaziçi Üniversitesi Sinema Kulübü’nü bir aylık süreyle kapattığını ve yönetim kurulunun tamamını görevden aldığını duyurmuştu.

Elbette ki içinde bulunduğumuz yılda yasak ve sansür yoluyla herhangi bir medya içeriğinin izlenmesinin önüne geçilmesi oldukça zor hale gelmiştir, egemenler tarafından sansürlenmeye çalışılan sanat her halükârda zihinlerde taşınır ve en beklenmeyecek şekillerde iktidar sahiplerinin düşmanlaştırıcı dilini tahrip eder. Nitekim kayyımlığın bu karşı atağına rağmen kulüpler iradelerini korumuş ve yasaklanan queer filmlerden Laurence Anyways kulüplerin ortak çağrısı sonrası Güney Meydan’da öğrencilerin telefon ve bilgisayarları üzerinden hep birlikte izlenmiştir. Antidemokratik yönetim çimlerde bir perdeye film yansıtılması “sapkınlığına” engel olmak amacıyla sivil polisler, boy boy gözaltı araçları ve en önemlisi Güney Meydan mevkiindeki fıskiyelerin dahil olduğu esaslı bir taarruz planı ortaya koymuş olsa da, öğrenci kulüpleri anında önlem alarak ürettikleri çözümlerle yasakları ekarte etmenin önemini göstermiş oldu.

***

Fotoğraf: diken.com.tr

Yönetimin gösterimlerini engellemek için var gücüyle çabaladığı filmleri tam da onların istemediği şekilde daha da geniş çevrelere yayacak olursak: Kayyım tarafından görevine ikinci kez son verilen Boğaziçi Üniversitesi öğretim görevlisi Can Candan’ın Benim Çocuğum belgeseli LGBTİ+’ların ailelerinin ön kabullerini ve zihinlerine kazınan toplumsal dayatmaları yıkışını konu alıyor. Belgeselin galası 2013 yılında yine Güney Kampüs’te, Açık Hava Gösterimi’nin planlandığı çimlerin hemen karşısındaki binada, akademisyenler tarafından seçilen son rektör Gülay Barbarosoğlu’nun da içinde bulunduğu yoğun bir katılımla gerçekleştirilmiş; film, sonraki yıllarda ders materyali olarak kullanılması da dahil olmak üzere okul içinde pek çok kez gösterilmişti. Soldier’s Girl, trans bir kadın ile bir askerin ilişkileri süresince ordu içerisindeki transfobi ve ataerki ile mücadelelerine; Xavier Dolan’ın yönetmenliğini üstlendiği Laurence Anyways ise translık deneyimini kabul sürecindeki bir kadının yakın çevresinin önyargılarına ve toplumsal normlara karşın öz benliğini koruma çabasına odaklanıyor.

1 Şubat 2021’de Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü’nün adaylık statüsünün kaldırılması üniversite yönetiminin kulüpleri yalnız bırakma yoluyla öğrenci iradesini parçalama politikasının başlangıcıydı. Toplum tarafından kolayca ötekileştirilen bir grubun kendini tanıma ve gerçekleştirme imkânı bulduğu sınırlı sayıda alandan bir tanesi olan BÜLGBTİA+’nın kapatılmasının da gösterdiği gibi hedefe her zaman en savunmasız görülen konuyor, kulüpler korku ikliminin etkisiyle birbirinden uzaklaşıp yalnızlaştıkça kayyım yönetim güç topluyor.

Kayyım yönetimin BÜLGBTİA+ ile başlayan aleni saldırıları aradan geçen bir buçuk yılın sonunda odağını BÜ(S)K’e yöneltmiş durumdadır. Kulüp içerisindeki demokratik ve çoğulcu tartışma kültürünün bir sonucu olan ve her etkinlik öncesi vurgulanan “ayrımcı söylemlerden ve nefret içeren dilden uzak durma” ilkesi Boğaziçi Üniversitesi Sinema Kulübü’nü LGBTİ+ bireylerin kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir güvenli alan haline getirmiştir. BÜLGBTİA+’nın kapatılması sonrası öğrenci kulüplerince benimsenen “Bir Kulüpte Değil Her Kulüpteyiz” mottosunun uygulandığı kulüplerden biri olan BÜ(SK)’te alınan her karar ve planlanan her etkinlikte kampüs dışında şiddetlenen LGBTİ+ odaklı nefret söylemlerini yıkıcı ve erk sahiplerince ötekileştirileni olabildiğince kucaklayıcı bir anlayışla hareket edilmiştir. Söz konusu anlayış iktidarın güncel ayrıştırıcı politikası ve dolayısıyla kayyımlığın ideolojisi ile taban tabana zıt durumdadır ve bu sebeple kulüp yoğun bir baskı ve sansür altında işleyişini sürdürmek için mücadele etmektedir.

Gayrimeşru yönetim, üniversitenin sosyal alanlarını kendi ahlak kalıplarına uygun hale getirdiğini, ancak bunu okul içerisindeki oluşumların niteliğini bozmadan başardığını göstermek için açık bir şekilde öğrenci kulüplerine bel bağlıyor. Öğrenci kulüp ve faaliyetlerini dizginlemeyi, kontrol edemediğini ise sessizleştirmeyi kendine bir görev sayıyor. Bir ay süreyle etkinlik iptali ve yönetim kurulunun lağvedilmesi kararları net bir göz korkutma amacı taşısa da kayyımın öğrenci faaliyetlerinin potansiyeline dair duyduğu çekincelerin varlığına da işaret ediyor. Kolektif bir duruşun ehlileştirilen Boğaziçi imajına vuracağı olası bir darbe, “hassasiyetlere uygun hale getirilmiş Boğaziçi” hayallerinin de pekâlâ altını oyacaktır. Basına sunulduğu takdirde iktidar çevrelerinde rahatsızlık yaratacak her bir başkaldırı görüntüsü, ki buna yasaklanan bir alanda yasaklanan bir filmi her görüşten 39 kulübün orantısız önlemlere aldırmaksızın ortak bir şekilde izlemesi de dahildir, atanmış yönetimin üstlerine hesap verememesine ve okul bileşenleri üzerinde kurmayı halen başaramadığı otoritesinin iktidar nezdinde de kırılmasına neden olacaktır.

Öğrenci kulüplerinin kayyım yönetimin uyguladığı baskı, yaptırım ve sansürlere karşı omuz omuza direnmeyi sürdürmesi; okulu kuşatan korku iklimi ve beraberinde gelen yalnızlaştırma politikasına karşı ortak kararlar alarak ezilen kimliklerin her gün biraz daha zedelenen hukuk önünde eşit ve özgürce yaşama hakkını savunması başta LGBTİ+’lar olmak üzere iktidar tarafından yaşam alanına müdahalede bulunulan herkes için hayati önem taşıyor.

İnanıyoruz ki, nasıl farklı politik bilinç ve ajandalardan 39 öğrenci kulübü ortak irade göstererek sansüre karşı çıkmış ve gösterimine tepeden yasak getirilen bir filmi hep birlikte izlemişse; iktidar tarafından yaşam alanlarımıza uygulanan bu topyekûn baskının temeli de aynı birliktelik ve dayanışma yoluyla sarsılacaktır.