Yazar: Baran Noyan

İyi giyimli kadınlar ve erkekler, ışıklı afişler, gösterişli ve büyük salonlar, bütün bu hazırlık az sonra sergilenecek iki saatlik bir gösterinin tamamlayıcı parçaları. Meksikalı yönetmen Alejandro González Iñárritu’nun 2014 yapımı filmi Birdman veya Cahilliğin Umulmayan Erdemi (Birdman or The Unexpected Virtue of Ignorance) tam da bu şatafatlı gösterinin arka planını baş döndürücü plan sekansla izleyiciye sunuyor.

87. Akademi Ödülleri’ne damga vuran, o yıl 9 dalda Oscar’a aday gösterilip en iyi yönetmen, en iyi film, en iyi özgün senaryo ve en iyi sinematografi olmak üzere kritik dallarda büyük ödülü kazanan film eski bir Hollywood yıldızı olan Riggan Thompson’ın  Raymond Carver’e ait bir oyununu Broadway’de sergileme sürecini anlatıyor.

Riggan Thompson (Michael Keaton) 80’li yıllarda canlandırdığı Birdman isimli bir süper kahraman karakteri ile popüler kültür ikonu olmuş ve bu etiketten sıyrılmaya, “yüksek sanat” duvarlarını aşmaya çabalayan bir aktördür. Fakat yıllar önce canlandırdığı sinema karakteri, Riggan’ın yakasına yapışır. Alter egosunu ele geçirip Riggan’a gerçek kimliğinin bir Broadway aktörü değil Hollywood yıldızı olduğunu hatırlatır. Riggan’ı zorlayan tek faktör bu da değildir, girmeye çalıştığı sanat çevresi elbette onu hoş karşılamak yerine kendini ispat etmesini isteyecektir.

Amerikan sahne sanatları geleneğinin merkezi olan Broadway’in temelleri 17. yüzyıla dayansa da bu merkez asıl ününü 19. yüzyılın sonlarında yakalamıştır. New York’un sıradan bir sokağıyken tüm dünyanın bildiği, en gösterişli oyunların oradan doğup dünyaya yayıldığı bir merkez haline gelen Broadway bu popülerliğini 20. yüzyılın ortalarına kadar korusa da Amerikan sinema endüstrisinin egemenliği eline almaya başladığı 50’li yıllar itibariyle nostaljik bir sanat mekanı haline dönüşmüştür.

Film esasen bize iki şeyi gösterir. Birincisi sanat, iktidarın statü yaratımında kullandığı en önemli enstrümanlardan biridir. Bir sanat eseri ile verilmek istenen mesaj, ileti o sanat eserinin sunulduğu mecranın, ortamın kendisidir. Broadway, Hollywood ya da bugün Netflix adı her ne olursa olsun bu mecralar esasen toplumsal paradigma değişiminin bir yansımasıdır. Riggan’ın zaten çok ünlü bir yıldızken kendini Broadway’de var etmek istemesi tamamen üstüne yapışan statüyle olan mücadelesidir. İkincisi ise postmodernizm perspektifinden sanat… 20. yüzyıl kapitalizminin dünyaya getirdiği ekonomik kriz ve savaş ortamı, hakikat arayışından ve “gerçeklikten” kopuk bir bakış açısı doğurdu. Bu bakış açısı yüksek kültür ile popüler kültür, günlük yaşam ile sanat arasındaki sınırları bulanıklaştıran postmodernizmden başka bir şey değil.

Bugünün neoliberal dünyasının bir sonucu olan postmodernite sanatla yaratılan bir dolu statüyü yerle bir etmekte, Campbell Soup konservelerini rengarenk boyayarak sanatı yeniden inşa etmekte, Da Vinci’nin Mona Lisa’sına kaş ve bıyık çizmekte, bir muzu duvara bantlayarak bunu satabilmekte, büyük ve ihtişamlı gösteri salonlarını 6-7 inch boyutunda bir telefon ekranına sığdırmaktadır.

Böyle bir dünyada ne Broadway ne de Hollywood kendi statülerini korumaya muktedir olabilir. Öyle ki Riggan’ın tiyatro sahnesinde yaptığı intihar eylemi bir şekilde Broadway’i ayağa kaldırıp kendisini alkışlamasını sağlamıştır.

Sanatsal mecralar arasındaki bu iktidar savaşı, sanat öznelerinin kendini ifade etme çabasından ziyade sanata bir alıcı bulmak ise Raymond Carver’ın yazdığı metnin ne önemi var? Yönetmen de bunun farkında olacak ki hikayenin orijininde yer alması gereken bu unsur tamamen önemsiz ve hikaye dışı bir noktaya itilmiştir. Bu yüzden olacak ki filmde oyunun içeriğine dair pek az şey duyarız.

20. yüzyılın sanat anlayışı bizi içerik, biçim gibi unsurlardan çok derinlik dışı bir noktaya, yalnızca mecraya itiyor. Çeşitlilik, ötekine açıklık, kural tanımazlık ve “kadim ve yüksek” sanatı yıkma iddiasıyla hareket eden bu anlayış aslında karşı çıktığı şeyin ta kendisi olmaktan ileri gitmiyor. Toplumsal gerçekliği dışlıyor hatta sansürlüyor.

Endüstriyel sinemanın kendine verdiği özgürlükle istediği yere uçabileceğini zanneden Ikarus gibi postmodern bir kahraman olan Birdman de tüm yalanlarıyla Broadway’in üstünden uçsa da balmumu kanatları olduğunu bir noktada anlayacaktır. İster şık bir kıyafetle gösterişli bir salonda ister pijamayla oturma odanızda, toplumsal gerçekliği dışlayan 20. yüzyıl sanatı, mecralar arası çatışma gibi beyhude uğraşlar ile kısır döngüsünü sürdürmeye ve bunu kendi akademisinde ödüllendirmeye devam ediyor.

Önceki İçerikTürkiye Barolar Birliği seçimleri: Gerçek bir değişim için yapılması gerekenler
Sonraki İçerikSermayenin iç savaşı mı, yoksa işçi sınıfına topyekûn saldırı mı?