Aşağıda okuyucularımızla Boğaziçi Üniversitesi’nde Saray eliyle kurdurulan hukuk ve iletişim fakültelerinin ne gibi politik hedeflere hizmet ettiğine ve ne gibi hukuksal prosedürlerin ürüne olduğuna dair bir avukatla gerçekleştirdiğimiz röportajı paylaşıyoruz.

***

1.) Cumhurbaşkanı tarafından Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan rektör ataması sonrası hem öğrencilerden hem öğretim elemanlarından büyük bir tepki geldi. Bu tepki de oldukça kitleselleşti ve büyüdü ki atanan rektör Melih Bulu kendine uzun bir süre yardımcı dahi bulamadı ve bunun sonucu olarak üniversiteyi yönetmesine yarayan kurumların hiçbiri işletemedi. Tüm tepkilere rağmen Melih Bulu konusunda ısrarcı olan iktidar ise bu süreci aşmak için bir gecede üniversiteye iki yeni fakülte açtı. Bunun yaratacağı etkiye dair soruma geçmeden önce ilk olarak şunu sormak istiyorum. Okul bileşenlerinin – öğrenci, akademik personel, okul çalışanları – ya da üniversite kurulunun talebi ve onayı olmadan böyle bir atama ve fakülte açma yetkisi olağan bir uygulamı mı? Eğer değilse Cumhurbaşkanında olan bu yetki hangi süreçlerle gelişti?

Üniversite bileşenlerinin karar alma mekanizmalarında baskın biçimde rol oynaması maalesef dünya genelinde yaygın bir yöntem değil. Ancak üniversitelerin görüşünü ve ihtiyaçlarını dikkate almadan merkezi idarenin doğrudan onların yerine karar verme eğilimi dünya çapında arttı. Gelişmiş demokrasilere örnek gösterilen Fransa’da araştırmacıların ve öğrencilerin yararlanabileceği bütçelerde kısıntı, sınavlarla ilgili haksız değişiklikler gibi tepeden inen kurallar var. Türkiye açısından bakacak olursak, üniversite özerkliği Anayasa’da on yıllardır yer almasına rağmen hiçbir zaman gerçekten sağlanmadı. Diğer yandan fakülte açılması, akademik kadro ihdası gibi kararlar en azından üniversite yönetimleriyle istişare halinde ve üniversitelerin ihtiyaçları doğrultusunda alınırdı. Şimdi ise bu kararların üniversite yönetimlerine sadece tebliğ edildiğini ve onların herkesle birlikte öğrendiklerini görüyoruz. Genellikle bu tür kararlar kadrolaşmanın bir parçası olarak alınıyor.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi gelmeden önce fakültelerin yükseköğretim planlaması çerçevesinde kanunla kurulacağı düzenlenmekteydi. Şimdiyse aynı maddeye göre Cumhurbaşkanı tarafından yapılan planlamaya göre kanunla kurulacağı düzenlenmektedir (2547 s. Kanun m. 5/1(f)). Bunun yanında bu maddeyle çelişen başka bir kanun hükmü daha bulunmaktadır. Buna göre ise Cumhurbaşkanı kanuna da ihtiyaç duymadan fakülteleri kurup kaldırmaya istediği şekilde karar verebilir (2809 s. Kanun Ek Madde 30). Boğaziçi Üniversitesi’ndeki yeni fakülteler de bu kapsamda açılmıştır. Birbiriyle çelişen bu iki hükmün bulunması ayrı bir hukuki tartışmanın konusudur. Sorunun cevabına odaklanacak olursak bulunduğumuz siyasi düzende Cumhurbaşkanı her iki ihtimalde de tek başına üniversiteler hakkında karar vermeye yetkili hale gelmiştir ve bunun sebebi 2017 Anayasa değişikliğiyle hayatımıza giren yeni sistemdir.

2) Okuldaki hocaların Melih Bulu ile çalışmak istemiyor oluşundan sonra açılan iki fakültenin eğitim vermeye başlaması için mevcut yasalar doğrultusunda nasıl bir süreç işlenecek peki? Akademik personel ataması nasıl olacak ya da başka okullardan öğrenci geçişi gibi bir durum söz konusu mu?

Son yıllarda henüz personeli yokken hukuk fakültesi açılan çok fazla üniversite var. Bu üniversitelere başka bir yerden doğrudan personel veya öğrenci geçişi olmuyor. Araştırma görevlileri için sınavlar, öğretim üyeleri için de ilanlar açılıyor. Ancak kendi deneyimlerim ve gözlemlerimden de yola çıkarak söyleyebilirim ki, bu ilanların sahibi ve sınavı kazanacakların kim olduğu bilinir. Asgari akademik personel sayısı (8 öğretim üyesi – 2 araştırma görevlisi) sağlandıktan sonra yeni fakülte ÖSYM’nin listesine girerek öğrencilerin tercih edebileceği bir fakülte haline gelir ve eğitime başlar. İstedikleri takdirde Boğaziçi’nin yeni fakültelerini Eylül 2021 dönemine yetiştirebilirler.

3) Son olarak bir hukukçu olarak Boğaziçi’nde yaşanan süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Açıkçası kendi alanım olmasına rağmen bir hukukçu olarak bu tür konuları değerlendirmekten yorulduğumu söyleyebilirim. Değişen Anayasa’ya göre bile işin abecesi olan konuları devamlı dile getirmek zorunda kalıyoruz. Üniversitelerde bilimsel özerklik olmadan kamu hizmetinin gereği gibi yerine getirilmesi mümkün değildir. Devlet teşkilatında kurumlara kamu tüzel kişiliği verilmesinin sebebi, onların özerk olmasına duyulan ihtiyaçtır. Üniversiteler ve meslek odaları gibi kuruluşların, verdikleri hizmetin niteliği nedeniyle, yalnızca koordinasyon için merkezi idareyle bağlantısı olup bunun dışında özerk olması gerekir. Ancak Anayasa’da yazan bu olguyu dile getirmek artık bir suç olarak nitelendiriliyor. Bu da aslında hukukun içinin boşaltılması gibi başka bir sonuç da ortaya çıkarıyor.

Son olarak Boğaziçi Üniversitesi’ndeki personelin gerçekten çoğu kişinin cesaret edemeyeceği bir tepki verebildiklerine dikkat çekmek isterim. Bir kamu görevlisinin kendisine verilen idari görevi kabul etmemesi göründüğü kadar kolay değildir. İçinde hukuk fakültesi olmayan Boğaziçi Üniversitesi’nin akademik personeli, hukuk fakültelerinin senelerdir vermediği hukuki mücadeleyi vermektedir. Üniversiteye hukuk fakültesi açılmasına bir de bu açıdan dikkat çekmek isterim.