Yazarlar: Baran Noyan, Yaman Çelik

1 Ocak 2021 günü, 2021/16 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak Prof. Dr. Melih Bulu atanmış ve bu atama başta üniversite öğrencileri, öğretim üyeleri ve diğer eğitim emekçileri olmak üzere toplumun büyük çoğunluğunun tepkisini çekmişti. “Üniversite’de Kayyum Rektör İstemiyoruz!” sloganıyla geçtiğimiz haftalarda tepkilerini dile getirmek için gerek üniversite kampüsünde gerekse meydanlarda toplanan birçok kişi anayasadan kaynaklanan demokratik haklarını kullanarak bu karara tepkilerini dile getirmişti.

Geçtiğimiz haftalar boyunca süren eylemler neticesinde pek çok üniversite öğrencisinin evinin sabaha karşı özel harekat polisleri tarafından basıldığına ve öğrenciler üzerinde çıplak arama yapıldığına ilişkin haberler medyada yer buldu. Hatta bu ev baskınlarına ilişkin pek çok görüntü de sosyal medya ve gazeteler üzerinden paylaşıldı. Peki yapılan bu gözaltı işlemlerinin hukuki dayanağı nedir? Söz konusu işlemlerde izlenen yol kanuna, anayasaya ve evrensel hukuk ilkelerine uygun mudur?

Gözaltı kararları hukuka uygun mu?

Gözaltı işlemi 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 91. maddesinde düzenlenmiş kişiyi geçici süreliğine özgürlüğünden yoksun bırakan bir koruma tedbiridir. Bu tedbirin uygulanmasındaki amaç yakalanan kişi hakkındaki işlemlerin tamamlanması amacıyla, yetkili hâkim önüne çıkarılmasına veya serbest bırakılmasına kadar kanunî süre içinde sağlığına zarar vermeyecek önlemleri almak ve soruşturma aşamasını etkin, sağlıklı ve hızlı bir şekilde bitirmektir. Niteliği itibariyle bir koruma tedbiri olan gözaltı işlemi şahsi, geçici ve en önemlisi ölçülü olmalıdır. Geçtiğimiz hafta üniversite öğrencilerine yapılan gözaltı işlemlerinde de en büyük tartışma konusu işlemlerin ölçülü olup olmadığına ilişkindir.

Kanunun çizdiği sınırlar dahilinde gözaltı, bu tedbirin uygulanmasının soruşturma kapsamında zorunlu olması ve şüphelinin bir suçu işlediğini gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır. Bu iki durumun bir arada olmadığı hallerde cumhuriyet savcısı gözaltı kararı veremez. Kaldı ki bir kişi hakkında gözaltı kararı verilmesinin soruşturma kapsamında zorunlu olması, bu kişinin soruşturma işlemlerine katılma konusunda zorluk çıkarması, soruşturmanın sağlıklı ve etkin yürütülmesi için gerekli olan işlemlere katılmaktan imtina etmesi durumunda söz konusu olabilir.

Bu noktada Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile atanan rektörü kabul etmeyen ve bu atama kararına tepkilerini dile getiren öğrencilerin eylemlerinin, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 20. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesine paralel olarak düzenlenen ve Anayasa’nın “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı” başlıklı 34. maddesi, “Düşünce ve Kanaat Hürriyeti” başlıklı 25. maddesi ve “Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti” başlıklı 26. maddesi kapsamında kaldığı, bu sebeple bir suç unsuru oluşturmadığı kabul edilmelidir.

Nitekim Yargıtay CGK da Uluslararası sözleşmeler ve Anayasal düzenlemelere paralel olarak 16/09/2014 tarihli 2014/9-147 E. ve 2014/376 K. sayılı kararında, AİHM kararlarına atıf yapmak suretiyle toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin ifade özgürlüğü ile ilişkili olduğunu ve bu nedenle toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin bizzat yöntem olarak, meşru ve mutad olduğunu, düşünce ve kanaat açıklamanın özüne uygun bulunduğunu ve sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemlerinden biri olduğunu kabul etmiştir.

Yukarıda değinildiği üzere evrensel insan hakları sözleşmeleri ve anayasal düzenlemelerle güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılması Yargıtay içtihatlarınca suç olarak nitelendirilmediğinden verilen gözaltı kararları CMK’nin 91. maddesinde belirtilen şartları sağlamamaktadır.

Gözaltı kararlarına yönelik uygulamalar ölçülü mü?

Gözaltı kararının yukarıda detaylıca anlattığımız kanuni boyutunun sağlandığı düşünülse dahi kamuoyunda tartışmalara neden olan husus bu kararlara ilişkin gözaltı işlemlerinin hangi şartlarda ve nasıl gerçekleştirildiğidir.

Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

Görüleceği üzere Ölçülülük İlkesi Anayasa’nın 13. maddesinde açıkça düzenlenmiştir. Ölçülülük İlkesi, elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Bunlardan herhangi birinin ihlal edilmesi ölçülülük ilkesinin ihlali için yeterlidir.

Gözaltı kararının amacı soruşturmada delillerin toplanması aşamasında şüphelinin ifadesinin sağlıklı bir şekilde alınmasına hizmet eder. Şüphelinin, gerek Cumhuriyet Savcısı’nın talimatı doğrultusunda kolluk tarafından telefonla aranarak gerekse davetiye çıkarılmak suretiyle bizzat cumhuriyet savcısı huzurunda ifadesinin alınması imkanı varken hukuka aykırı gözaltı kararı vererek şüpheliyi geçici de olsa özgürlüğünden yoksun bırakması hem kanuna hem anayasaya hem  de evrensel hukuk ilkelerine aykırıdır. Zira gözaltı kararı üniversite öğrencilerine yöneliktir, söz konusu öğrencilerin kimlikleri açık olduğu gibi yaşadıkları adresler de bellidir. Bu durumda yukarıda anlatılığı gibi ifade alma işlemi uygulanabilecekken doğrudan gözaltı kararı verilmesi ölçülülük ilkesinin alt unsuru olan gereklilik ilkesine aykırıdır.

Üniversite öğrencilerinin evlerinin sabaha karşı özel harekat polisleri tarafından uzun namlulu silahlarla basılması, kapılarının tekmelenmesi ve hatta emsali görülmemiş şekilde kapının yanındaki duvarın kırılması suretiyle konuta girilmesi, öğrencilerin çıplak arama uygulamasına tabi tutulması gibi de facto uygulamalar yapılmıştır. Bu uygulamalar ölçülülük ilkesinin alt ilkeleri olan orantılılık ve gereklilik ilkelerine aykırıdır.

Çıplak arama uygulaması hangi hallerde mümkündür?

Hukukta çıplak aramaların yasal dayanağı Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği ve Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’tür.

Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük yalnızca hükümlülerin, yani hakkında verilen ceza kararının kesinleşmiş olduğu kişilerin tabi olacağı uygulamaları düzenlediğinden gözaltı sırasında yapılacak aramaları kapsamamaktadır.

Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin “Karar veya yazılı emir üzerine üst ve eşya aramasının icrası” başlıklı 28. maddesinde ise çıplak aramanın kişinin kanunlara göre izin verilmeyecek bir şeyi taşıdığına ilişkin makul şüphenin bulunması ve aramanın amacına başka türlü ulaşılamaması hâlinde yapılabileceği düzenlenmiştir. Ancak Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile atanan rektörü kabul etmeyen ve bu atama kararına tepkilerini dile getiren üniversite öğrencilerinin eylemleri ve  gözaltı kararına dayanak suç “2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” olarak nitelendirilmekte olduğundan bu tarz bir arama işleminin amacına  hizmet etmemektedir.

Nitekim bu husus Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinde düzenlenen vücut dokunulmazlığı hakkına aykırıdır. Çıplak arama yapılması yönünde talimat veren ve bu işlemi yapan memurların fiilleri de 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesi kapsamında görevi kötüye kullanma suçunu oluşturmaktadır.

Yani gözaltı uygulamaları siyasi mi?

Sonuç olarak, üniversite öğrencilerine karşı uygulanan hukuka aykırı işlemler etkin soruşturma yürütülmesi amacından ziyade demokratik haklarını kullanmak isteyen kitleleri korkutmaya ve yıldırmaya yönelik olduğundan anayasal hakların kullanılmasını sınırlandırmaktadır.

Nitekim bu de facto uygulamalara bizzat maruz kalan ve bu uygulamaları kamuoyundan öğrenen kişiler nezdinde oluşan tedirginlik kişilerin demokratik haklarını kullanmaktan imtina etmesine neden olmaktadır. Zira kim demokratik haklarını kullandıktan sonra yaşadığı evinin kapısının ve duvarının kırılmasını, uzun namlulu silahlarla sabaha karşı ters kelepçe ile gözaltına alınmayı ve çıplak aramaya maruz kalmayı isteyecektir ki?