Zırhlı Tren

Bir tıp fakültesi öğrencisi ile röportaj

Öncelikle bize kendini tanıtarak başlayabilir misin? Hangi okuldasın ve hangi bölümde okuyorsun?

Merhaba, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi 3. sınıf öğrencisiyim. Edirne’de okuyorum. Bu arada Trakya Üniversitesi bir devlet üniversitesi.

Tıp fakülteleri ile ilgili belli başlı problemler olduğunun hepimiz bilincindeyiz. Özellikle son dönemlerde, hastalar ile iletişim veya temas sırasında doktorların ve öğrencilerin can güvenliğinin olmadığı birçok kereler gündeme geldi. Misal siz 4. ve 5. sınıftayken, hasta bakımı esnalarında sizlerin iş ve can güvenliğiniz sağlanıyor mu? Bu yönde aldığınız bir eğitim var mı?

Şöyle: Normalde hastalar ile temas etmesi gereken insanlar 6. sınıf staj öğrencileri. Ama biz 4. ve 5. sınıfta hastanede eğitim gördüğümüz için hocalarımız ‘kızım git şu hastanın kanını al’ diye buyurduğunda bunu yapmamak gibi bir durumumuz yok. Haliyle 4. ve 5. sınıflarda da hastalar iç içe ve temas halindeyiz. Ancak son düzenleme ile birlikte 6. sınıf öğrencilerine sağlık sigortası yapılırken 4. ve 5. öğrencileri bu sigortadan mahrum bırakıldı (hastalarla temas etmelerine rağmen). Bu ne demek? Mesela sen 6ç sınıfta bir hastadan kan alırken, eline iğne battığında ve o kan sana bulaştığında, bir hastalık kaptığında tedavi masraflarını devlet karşılıyor. Ama aynı durumu 4. ve 5. sınıflarda yaşarsan devlet senin tedavinle ilgili herhangi bir sorumluluk kabul etmiyor. Zannediyorum 4. ve 5. sınıflardan önce eksik aşılamalara karşı aşılama yapıyorlar (hepatit ve mikroplar için), bunlar dışında bir eğitim yok. İki saatlik bir ders aldık onun dışında bir eğitim almadık.

Geçtiğimiz senelerde şu an ismini hatırlayamadığım bir dergide, şair Küçük İskender ile yapılan bir röportaja denk gelmiştim. Üniversitede tıp eğitimi gördüğünden ve tıp eğitimi gördüğü için şair olduğundan bahsediyordu. Eğitim-öğretim süreci boyunca ölüm ile bu kadar karşı karşıya gelmesinin kendisinde psikolojik etkiler yarattığını söylüyordu. Zira durumu olumsuz olan birçok hasta doktor veya öğrenci üzerinde trajik yaralar açabiliyor. Tıp fakültelerinin bu yönde bir psikolojik danışmanlık programı var mı?

Tıp fakültesi öğrencilerinin bir danışman hocası oluyor ancak bu aktif olarak işleyen bir sistem değil. Danışman hocanın sizinle iletişim kurması, sizinle konuşması duyulmuş bir olay değil. Psikolojik destek bağlamında ise; acil servislerde çok fazla ölümle çok sık karşı karşıya kalınmasına rağmen orada okuyan – aslında çalışan demek istiyorum – öğrencilere tıp fakültesi herhangi bir psikolojik yardım sağlamıyor. Üniversitenin kendi bünyesinden sağladığı bu tip bir destek, yardım yok.

Tıp fakültelerinin diğer bölümlerden önemli farkları var. Mesela iktisat ve siyaset bilimleri gibi teorik alanlara oranla pratiğin ve deneyin daha ağır bastığı bir bölüm. Tıp öğrencileri kendi pratiklerini laboratuvarda edinmek zorundalar. Yani laboratuvar pratiği bir tıp öğrencisi için ihtiyaç halini alıyor. Pekiyi laboratuvar programları – ajandaları – neyi ölçüt alarak oluşturuluyor? Bu programlar oluşturulurken öğrencilere soruluyor mu ve onların ihtiyaçları göz önünde tutuluyor mu?

Laboratuvarların programlanması genelde öğrenci sayısına göre yapılıyor. Öğrenci sayısı ne kadar fazla olursa, laboratuvardan alınan verim o kadar az oluyor. Mesela Çapa ve Cerrahpaşa gibi üniversitelerdeki öğrencilerin bu tarz sıkıntılar yaşadığını biliyorum. Benim üniversitemde ise şöyle bir sıkıntı var: Biz pratiği iki şekilde yapıyoruz, bir dersini alıyoruz, bir de sınavına giriyoruz. Sınavdan önce kendi başımıza çalışmak, öğrendiklerimizi tekrar etmek bakımından bir zamana ihtiyaç duyuyoruz. Ders sırasında zaten hocanın belirlediği çerçevede ders işleniyor ancak ders sonrasındaki çalışma saatleri de tamamen hocaların keyfi kararlarıyla belirleniyor. Mesela bu konuyu öğrenmek için şu kadar süre gerekir, şu kadar çalışmak gerekir gibi durumlardan elbette onlar da haberdarlar, onlar da bunun eğitimini aldılar ama “benim işim var, salonun erken kapatılması gerekiyor” gibi keyfi sebeplerle hocaların başımızda durmaması ya da “çalışmaya ara veriyoruz” diyerek salonun boşaltılması gibi durumlarla karşılaşıyoruz.

Sen liseden mezun olduğunda doğrudan doğruya tıp fakültesinde okumaya başladın. Aslında bu bir sıçrayış gerektiriyor çünkü liselerdeki fen öğretiminin durumunun hepimiz farkındayız. Lise eğitimi tıp öğrencileri için fakülteye hazırlık bağlamında bir yeterlilik kazandırabiliyor mu insanlara? Ya da tıp öğrencileri üniversiteye girmeden önce bir analitik düşünme eğitiminden, hazırlığından geçiyorlar mı?

Bizim lisede öğrendiğimiz şeyler fizik, kimya ve biyolojinin teorik kısımları. Bana bir bilgi veriyor ve daha sonrasında benim o bilgiyi öğrenip öğrenmediğime bakıyor. Son zamanlarda yorumlamaya dayalı sorulardan bahsediyorlar ama – artık sorular daha çok yoruma dayalı – gene de sen üniversite giriş sınavına soru ve cevap ezberleyerek giriyorsun. Ve tıp fakültesine gelmiş olan öğrencilerin büyük bir çoğunluğu hayalarının geniş bir bölümünde test çözmüş, ezber yapmış öğrenciler oluyor. Halbuki tığ eğitimi yalnızca bir şeyi ezberlemek ve ezberlediğini sunmak değildir. Ezberlediklerin arasından gördüklerini seçmek ve onları sonuca bağlamaktır da aynı zamanda. Bu da seni dediğin gibi analitik düşünmek demek. Bununla alakalı bir eğitim biz ne yazık ki tıp fakültesine başlarken almadık. Hani ezber yeteneğimize güvendiler, bu insanlar tıp bölümünü kazanabildilerse bu bilgileri de ezberlerle diye önümüze bir dolu şey yığdılar. Ama bu bilgilerle hastaya nasıl ulaşacağımızı açıklayan, öğreten derslerle karşılaşmadık.

Anladığım kadarıyla tıp öğrencilerinin bazı zorunlulukları var. Aile hekimliği stajı da bunlardan birisi. 6. sınıftan sonra, yani son sınıftan, mezun olduktan sonra iki aylık bir aile hekimliği stajı sizin gündeminizde oluyor. 

Aile hekimliği stajını biz 4. ya da 5. sınıfta alıyoruz. 6. sınıftan sonra bir yere zorunlu görev olarak aile hekimliği stajyeri olarak atanabiliyoruz.

Sence aile hekimliği stajına atanmak için eğitimsel yeterlilik veriliyor mu?

Zorunlu görev olarak atanmayıp üniversitede kalmaya ya da TUS’a hazırlanıp asistan olarak çalışmaya karar verirseniz sizi bir öğretmen-öğrenci ilişkiniz oluyor. Yani sen okuduğun 4 sene boyunca da başında senden daha bilgili birilerine sahip oluyorsun. Ama aile hekimliği konusunda mesela Doğu bölgelerinde zorunlu göreve atandığında belki köydeki, belki ilçedeki tek doktor sen olabiliyorsun. Ve senin başka birisinden bir şey öğrenme veya kendini geliştirme şansın olmuyor. Ne yazık ki tıp fakülteleri bu noktada, herhangi bir yere seni gönderip o yerelde tek başına doktor olmanın tecrübesini veya pratiğini sana kazandırmıyorlar. Özellikle de aile hekimliği konusunda.

Tıp bilimi sürekli gelişen ve gelişirken de değişen-dönüşen bir alan. Yani sabit kalan ve yöntemlerinin donuk ve mutlak olduğu bir alan değil. Uluslararası bağlamda baktığında tıp biliminde yaşanan sürekli bir yayın dönümü var. Tedavi ve ameliyat yollarının alternatif versiyonları veya önerileri sürekli olarak üretilmekte. Hastalıkların nasıl teşhis edileceği dahi sürekli güncelleniyor. Özetle tıp son derece dinamik ve enerjik. Bu enerji ve dinamizm Türkiye’deki tıp fakültelerinin müfredatlarına yansıyor mu? Öğrendikleriniz uluslararası araştırmalar sonucunda güncelleniyor mu?

Şu an tıp fakültesinde aldığımız dersler, okuduğumuz kitaplar, kullandığımız kaynaklar ve benzerleri oldukça eskilere ait olan kaynaklar. Yurtdışında bu kaynaklar nasıl kullanılıyor? Aynı zamanda verilen kaynağın ertesinde yazılmış olan makaleler de verilerek kullanılıyor. Bu konuda ilgili ve özverili hocalar elbette var ve onlar da bize yardımcı olmaya çalışıyorlar. Ama bunun dışında tıp fakültesinin merkezi olarak, öğrencilere dönük yenileştirici bir program oluşturma yönünde bir çabası yok. Mesela anatomi dersinde ne olacağı bellidir. İnsan vücudu anlaşılmış, öğrenilmiş ve sen onu bileceksin, tamam. Ama başka konularda tedavi yöntemleri, tanı yöntemleri geliştiğinde, bizim bunu yakalamamız için gerekli makalelere erişime zaten sahip değiliz. Mesela PubMed tarzı makale siteleri vardır ve bu sitelerde sürekli yayınlanan İngilizce makalelere erişim hakları vardır yurt dışındaki tıp öğrencilerinin. Bizim böyle bir hakkımız yok. Şu an tıp fakültesi öğrencisinin PubMed hesabının, tıp fakültesi tarafından karşılanması gerekir ama bu ekstra bir maddi kaynak ayırtmayı gerektirdiği için bunu yapmıyorlar. Hocalar bazen bizim için makale getirip, amfideki bilgisayara bırakıp bizimle paylaşabiliyorlar. Ama dediğim gibi bu hocaya, yani kişiye ait bir özveriyle, kaliteyle alakalı. Ve ne yazık ki bireysel uğraşlar da asla yeterlilik sağlayamıyor.

PubMed’in maddi yükümlülüğü sizin üzerinize mi, okulun mu?

Hayır okulun omzunda olması gerekirken bu yükümlülük, bizim omzumuzda. PubMed dediğimiz bir makale sitesi. Direkt girebileceğin ve tüm makaleler ile onların listelerine ulaşabileceğin bir site değil. Öncelikle üye olman gerekiyor ve üye olmak için de bir ödeme yapman gerekiyor. Bu ödemenin okul tarafından karşılanıp, kendi üniversite internet altyapısına aktarabildiği sistemler mevcut. Bazı okullarda bu var ancak devlet okullarının çoğunda yok.

Bize biraz da stajlardaki zorluklardan bahsedebilir misin? Ne gibi çalışma koşulları altında staj yapmaya mecbur bırakılıyorsunuz?

4. ve 5. sınıf stajları genellikle hocayı dinlemekle geçiyor ama özellikle 6. sınıf öğrencileri, normal bir doktor gibi, normal bir hemşire gibi, normal bir acil tıp çalışanı gibi çalışmak, nöbete kalmak veya o tempoda işe gidip gelmek zorunda kalıyor. Özellikle işe gidip gelmek diyorum çünkü insanlar tabi ki orda pratik eğitim kazanıyorlar veya orada hocaları var ama sabah sekizde gidip, gece nöbete kalıp ertesi gün sekizde eve gitmek gibi bir zorunluluk ile karşı karşıyalar. Ve bu bir yerden sonra doktorun, asistanın ve hemşirenin,acil tıp görevlilerinin keyfine göre emek gücünün sömürüsüne dönüşebiliyor. Çünkü o insanların orada yaptıklarını denetlemek tamamen doktorun elinde, tamamen asistanın elinde ve kan almayı öğrenmesi, tansiyon ölçmeyi öğrenmesi gereken bir staj öğrencisi sadece asistanın kağıt işleriyle veya asistanın kendi uzmanlığını bitirmek için yazması gereken tezlerle uğraşmak zorunda kalabiliyor.

Galiba aynı sene TUS’a hazırlanıyorlar, değil mi?

Evet, o da devlet üniversitelerinin sıkıntısı aslında. Devlet üniversitesi hastanelerinde, mesela aile hekimliği yeterince gelişmediği için bu hastaneler gereğinden fazla dolu oluyor. Ve bu sebeple bir eleman eksikliği yaşanıyor. Bu eleman eksikliğini de staj öğrencileri ile kapamaya çalışıyorlar. Ama staj öğrencileri aynı dönemde tıpta uzmanlık sınavına (TUS) da hazırlanmak zorundalar. Bunun için de belli bir emek ve belli zaman harcamak durumundalar. Üniversite böyle bir iş yoğunluğu yükleyince (gece nöbetlerinden sabah kalmalarına kadar), o insanların TUS’a çalışacak vakti kalmıyor. Burada da devlet eğitimi ile özel eğitim arasındaki uçurum açığa çıkıyor. Mesela bu lisedeyken de olurdu: Özel liselerin son sınıftayken sadece üniversiteye dönük çalıştırması gibi. Özel üniversiteler de son sene öğrencilerin staj sürelerini asgari düzeye indirerek öğrencilerinin TUS’a hazırlanması için zaman ve fırsat yaratabiliyor. Ama devlet üniversitelerin bu süreç tersine işliyor. Aksine öğrencilerin canını çıkarıyorlar ve öğrenciler TUS’a hazırlanamıyorlar.

Teşekkür ederiz Zırhlı Tren gazetesine bu değerli röportajı verdiğin için. Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?

Bana bu fırsatı verdiğiniz için ben de teşekkür ederim.

Exit mobile version