Bir pandemi yönetimi örneği olarak çocuk işçilerin boğazını sıkmak

Sorunun tek başına salgın olmadığı artık kitleler tarafından kabul görmüş durumda. Önlem almak ve halk sağlığı adına harcama yapmak noktalarında, “vatanî çıkarlar” uğruna atıl kalan, eyleme geçmeyen devlet(ler) ile onların kapitalist sınıfları koruyan ekonomik önlem paketleri, aslında salgın boyunca yaşadığımız sorunların kaynağını oluşturuyor. İnsan toplumlarının yarattığı en büyük örgüt ve işbirliği yapısı olan bu aygıt (yani devlet), bir avuç sermayedarın elinde, bu toplumun kendisinin ölüme terk edilmesi için kullanılıyor.

Temel üretim hariç yan sanayi ve zorunlu olmayan üretim durdurulursa, aslında depolardaki geçim araçlarının ve yiyeceklerin paylaştırılmasında herhangi bir kriz yaşanmayacak. Sokağa çıkıldığında ise milyonlarca insan, müteahhitlerin kâr uğruna çarpık inşa ettikleri şehirde, kapasitesi çoktan aşılmış toplu taşıma araçlarında perişan oluyor. Salgın daha baştan engellenebilecek iken, aslında çoktandır insanlığı her türlü kriz anında yıllarca doyurabilecek duruma gelen ekonomi ne hale gelir nidaları altında pandemi bir Orta Çağ vebasına dönüyor.

Bu vebanın en savunmasız kurbanları ise işçiler, işsizler, gençlik ve kent yoksulları oluyor. Ne iyileştirildi denilen sağlık sistemi çalışıyor, ne canlandı denilen ekonomi doyuyor; çünkü hepsi çoktandır özelleştirildi! Devletin kasası kamu harcamaları ile boşalıyor denilerek yapılan özelleştirmeler sonrasında toplanan onca vergi; teşvikler, kurtarma planları adı altında her türden sermayedara, milli çıkarlar adına ödenince, depolarda tüm halka aylarca yetecek erzak olsa da yeterli parası olmayanlar ölüm pahasına çalışmak, iş bulamayanlar ise aç kalmak zorunda oluyor.

İşte böyle durumlarda devlet, kapitalizmin örgütlü zoru olarak, gücünü hissettirme ihtiyacı duyuyor. Milletvekili, yargıcı, savcısı, polisi, zabıtası emekçilerin aklına sığmayacak maaşlar, ödenekler ve ayrıcalıklar edinen bu devletin koruduğu toplumsal sınıf ise sermayedarların kendisi: Bundan dolayı örgütlü zor, kendi despotizmini yoksulların üzerinde hissettirmek durumunda.

Geçtiğimiz haftalarda sosyal medyada yayılan bir video ile hepimizin öğrendiği üzere dokuz yaşındaki Dilan Alp babasıyla balık sattıkları tezgâha el koyan zabıtaları durdurmaya çalışırken, zabıtalar tarafından boğazı sıkılarak darp edilmişti. Fakat bununla da kalınmamış ve zabıta koruduğu ve temsil ettiği sermayedar kesiminin işçi sınıfına ve yoksullara karşı olan bütün nefretini taşıyor olacak ki, dokuz yaşındaki Dilan’a “Devleti de zabıtayı da tanıyacaksın!” demişti.

Bizim tarafımız, suçu, salgın döneminde işsiz kalmış olan babasına ölüm riski pahasına, ailesini geçindirmek için yardım etmekte olan Dilan’ın yanıdır. Dilan Alp’in boğazını sıkan el, Türkiye burjuvazisinin hayatta kalmaya çalışan işçi ve emekçi gençliğe dair hissettiği kinin fiziksel bir temsilidir. Sanmasınlar ki bu sınıf kini karşılıksızdır!

Bu ekonomik sistemin toplumun ufak bir parazit azınlığını alabildiğine zenginleştiriyor; bunun karşısında ise insanlığı her tür kriz karşısında aciz bırakıyor. Bu asalaklar ile gardiyanlarının, ekmeğini kazanmaya çalışan bir çocuğa karşı kin beslemelerinin toplumsal temeli, onların iktidarlarının tarih sahnesinde çürümeye yüz tutmuş olmasıdır. Dilan’ın zabıtaya karşı attığı “bırakın” çığlığı kulaklarımızda çınlasın. Çınlasın ki asla unutmayalım.