“Sen kimsin de bize vaaz veriyorsun? Bu kadın nereden çıktı? Bu ne iş? Erkekler kadınlardan vaiz mi alırmış? Bizim kadınlardan alacağımız eğitime ihtiyacımız yok” (Trabzon’un Of İlçesi AKP Belediye Başkan Vekili Halil Alireisoğlu, 3 Nisan 2016)
Yine bir 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü ve yine her geçen yıl katlanarak artan kadın cinayetleri, toplu taşıma araçlarında saldırıya uğrayan kadınlar, muhalif kimliklerinden ötürü tutuklu öğrenci, gazeteci kadınlar, katledilen trans kadınlar, kaçırılan, taciz ve tecavüze uğrayan kadınlar, esnek ve güvencesiz koşullarda çalıştırılan kadınlar, hamile olduğu öğrenilince işte çıkarılan kadınlar… Ezilen yine kadınlar, sömürülen yine kadınlar, öldürülen yine kadınlar ve yine bir 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü.
“Konumunuzu bilerek konuşun”, “Gidin dışarıda konuşun”, “Ben sana haddini bildirmeye çalışıyorum” (AKP Isparta vekili Sait Yüce, 19 Şubat 2016)
Evet, nerede kalmıştık… Her 25 Kasım’da olduğu gibi bu sene de geriye dönüp baktığımızda; en temel demokratik haklarımızdan başlayarak, her türlü hakkımıza yönelik saldırıların hız kesmeden devam ettiğini görüyoruz. Her gün gazetelerde, sosyal medya hesaplarında ve internette yaşadığımız haksızlıklara bir yenisinin daha eklendiğini okuyoruz. Her toplu taşımaya binerken Ayşegül Terzi’nin yaşadıklarını yaşamayacağımızın, eve dönerken sokakta tacize uğramayacağımızın, Hande Kader gibi cesedimizin yanmış bir halde ormanda bulunmayacağının, muhalif düşüncelerimizden dolayı Aslı Erdoğan gibi tutuklanmayacağımızın garantisi yok. Şu topraklarda ve dünyanın pek çok yerinde yaşamaya çalışan bir kadınsanız eğer ertesi güne nerede ve nasıl uyanacağınızın yahut da uyanabileceğinizin bir garantisi yok.
“Ne diyordum size hatırlayın, biz bir gün ölmeyecek miyiz? Öleceğiz. Bir adam gibi ölmek var, bir şey söyleyecektim ama onu söylemeyeceğim, bir de madam gibi ölmek var. Ölelim ama adam gibi ölelim”
(Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan, 15 Temmuz 2016)
Evet, devam edelim… İçinde bulunduğumuz ataerkil ve kapitalist sistem yüzünden omuzlarımıza iki kat fazla binen yükle ertesi gün ayakta kalabileceğimizin bir garantisi yok. Nitekim bu baskının eğitim sisteminin içerisine dahil olduğumuz günden itibaren kendisini sistematik bir şekilde hissettirmeye başladığından söz etmek mümkün. Bir kadın olarak toplum içerisindeki “konumumuz”u, “görevlerimiz”i, “sorumluluklarımız”ı aktaran ders kitapları, nasıl giyineceğimizden, nasıl davranacağımıza, nasıl konuşacağımızdan, nasıl susacağımıza kadar bizlere “yol gösteren” “eğitimciler”; sistem, bizlere erkek egemen kapitalist düzenin ihtiyaçları doğrultusunda şekil verirken her şeyin “yolunda” gittiğinden emin olan idareciler…
“Bir kadın evinden süslenip çıkıp evine dönene kadar kaç erkeğin şehvetini tahrik etmişse o kadar erkekle zina yapmış gibidir.”
(Burdur İl Milli Eğitim Müdürü Mahmut Bayram, 26 Eylül 2016)
…. idareciler, imam hatibe, proje okullarına dönüştürülen okullar, suların akmadığı, yeterli sayıda yemeğin çıkmadığı yurtlar, her yıl artan okul masrafları, sömürünün en ucuzu stajlar kısacası topyekün bir eğitim sistemi ve tüm bunlara rağmen bir yandan okumaya çalışan ve bir yandan da çalışmak durumunda olan biz öğrenciler. Düzgün.. sistemin iki kere ezmek için, sömürmek için, taciz etmek, tecavüz etmek için, öldürmek için fırsat kolladığı biz …yürü! kadınlar. Bu 25 Kasım’da da bize sınırlarımızı(!) hatırlatan, Bir kadın… bedenimize, kimliğimize ve emeğimize yönelik saldırılarda bulunan, en temel haklarımızı hiçe sayan, ..olarak.. bize nefes almak için dahi hiçbir alan bırakmayan erkek egemen kapitalist sisteme inat yine alanlara, sokakalara, dayanışmaya! ..sus! SUSMA.