Baskılar ve yasaklar karşısında çaresiz değiliz: Okullarda işçi-öğrenci denetimi!

1 Kasım seçimlerinden tek başına koltuğa oturacak çoğunluğu alarak çıkan AKP, bir yandan yeni hükümeti kurarken diğer yandan da hükümetin yeni dönem politikalarının nasıl bir çehreye sahip olacağını göstermeye başladı. Başkanlık hedefinde somutlaşan uzun erimli bir baskı rejimi inşası yolunda, 7 Haziran’dan bu yana Kürt illerinde sürdürülen savaş politikaları, 1 Kasım’ın ardından da şiddetlenerek sürdü.
Sokağa çıkma yasakları ve katliamlar, Kürt halkının sindirilmesi ve muhalefetin susturulması için kullanıldı. Kolluk kuvvetlerini yoksul Kürt mahallerine olağanüstü yetkiler tanıyarak gönderen iktidar, Kürt siyasal önderliğinin Başkanlık planlarına karşı çıkamaması için kirli savaşı bir şantaj olarak kullanmaya başladı. Sindirme ve terörize etme siyasetinin vardığı son nokta, Tahir Elçi’nin suikasta uğraması oldu.

Dış politikada girdiği batağı düşürdüğü Rus uçağıyla daha da derinleştiren hükümet, büyük bir çıkmaz ile de karşı karşıya. Kendi yayılmacı çıkarları doğrultusunda yaptıkları müdahalelerin kesin bir başarısızlıkla sonuçlanmasıyla manevra alanı daralan hükümet, Rusya ile ticari ilişkilerin vardığı boykot durumunu eli kolu bağlı bir şekilde izlemek zorunda kalıyor. İhraç edilecek malların yurt içi pazarında dolaşıma sokulması ise, fiyatlar üzerinde bir basınç yaratıyor ve enflasyon tehlikesini doğuruyor. Dış politikada girilen çıkmazın ekonomik krizin katalizörü olabilecek boyutlara varmasını, gazetecilere dönük baskı dalgası izledi. Can Dündar ve Erdem Gül, MİT tırlarına dönük olarak yaptıkları haberler gerekçe gösterilerek tutuklandılar. “Devletin güvenliği” mazeret edilerek bu anti-demokratik uygulamayı aklamaya çalışan hükümet, gazetecileri tecrit altında tutuyor.

Ülke gündemi Kürt illerindeki savaş politikaları, gazetecilerin tutuklanması, Tahir Elçi’nin öldürülmesi, dış politikada gösterilen başarısızlıklar tarafından belirlenirken, yurt içinde kendi iktidarının çıkarlarına paralel hareket etmeyen bütün odakları sindirmeyi hedef alan hükümet, seçimlerin ardından üniversitelerde şiddetli bir baskı dönemi başlattı. Bugüne dek sürdürmüş olduğu neo-liberal yağmacı çizginin yoluna devam edebilmesi için içerde “tek ses” olmayı öğütleyen hükümet, ufukta beliren patlamalı ekonomik süreçlerin siyasi hazırlığına bugünden başladı, hem de üniversitelerde. 10 Ekim Katliamı’nın da gösterdiği üzere, hükümetin hiçbir muhalefet hareketine tahammülü yok.
Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi’ne geçtiğimiz ay girerek dayanışma afişlerini yırtan polis ekipleri, demokratik bir hak olarak afişlerini tekrar asmak isteyen öğrencilere ardından saldırmıştı. Afiş asmanın hukuken yasal olması ve demokratik bir hak olarak kullanılabilmesi gerekirken, polis şiddeti keyfi olarak kullanıldı. Anadolu Üniversitesi’ndeki afişler YÖK protestosuna katılım çağrısı yapıyordu.

Aynı süreçler İstanbul Üniversitesi’nde de yasandı. Kasım ayı boyunca defalarca kez polis tarafından basılan üniversitede sayısız öğrenci gözaltına alındı, afişler yırtıldı, standlar dağıtıldı. Öğrencilerin polisi okullarına sokmamak için gösterdiği çabaya karşılık saldırılar gerçekleşti. Son olarak okul içerisindeki IŞİD taraftarlarıyla okula giren polis, muhalif tınılı her şeye yine saldırdı.

Ancak hükümetin üniversitelere dönük saldırı planları bunlarla sınırlı değil. Zira İstanbul Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şubesi geçtiğimiz ay “Üniversite Birliği” adı altında özel bir polis gücü oluşturdu. Birliğin hedefinde doğrudan doğruya öğrenci hareketinin sindirilmesi var. Ancak ve ancak üniversitelerdeki seferberliklere müdahale etme amacıyla oluşturulmuş bu yapının, eğitim kurumlarında hükümetin aleyhinde işleyen bütün mücadelelere şiddetli bir şekilde saldıracağı öngörülebilir.

Peki bu durumda ne yapmalıyız? Kendi mücadelelerimizi bastırmak için özel olarak hazırlanmış polis birliklerinin karşısında korkmalı mıyız? Hayır! Ne yapmamız gerektiğini geçtiğimiz ay Galatasaray Üniversiteli öğrenciler, okullarında yaşanan iş cinayetinin ardından aldıkları tutumla göstermiş oldular.

Okul yönetimlerin yalanlarına ve polis müdahalesine karşı birlik olarak ilerlemeli, attığımız her adımı okul işçileri ile ortaklaştırmalıyız. Politik tartışmaları sınıflarımıza ve arkadaşlarımıza çekerek, kendi öz yönetim organlarımızı inşa ederek ve sadece kendi gücümüze güvenerek ilerleyebiliriz. Okul işçileri ile öğrencilerin, süreçler üzerinde denetim sahibi olmalarını sağlayacak mekanizmaları tartışmalı, kendi hayatlarımız üzerinde söz sahibi olmak için birliğimizi kullanmalıyız.

CEVAP VER