3 yaşındaki Aylan Kurdi’nin sahile vurmuş cansız bedeni uluslararası çapta gündeme oturdu. Ancak tartışmaları, nedense, bir şaşkınlık ve şok dalgası izledi: Pasta yapımı sanatında dikkate değer mevziler kat etmiş bulunan ve aslında temel gündem maddesi de bu olması gereken her şeye kadir Batı demokrasileri, bu küçük hayatın bu denli trajik bir hâlde sonlanmasına nasıl göz yumabilmişti? Herkesin belleğine kazınan o soğuk fotoğrafa yol açabilecek nasıl bir şey yaşanıyor olabilirdi ki Suriye’de? Daha birkaç sene önce ABD generallerinin postalları özelde Irak’ta, genelde ise Ortadoğu’da demokratik bir sürecin ilk adımlarını atmamış mıydı? Ayrıca Türkiye’de muhafazakar değerler ile para dolaşımının “özgürlüğünü” muazzam bir harmoni ile sentezleyen ılımlı bir iktidar yok muydu, o niye Suriye’ye model oluşturmayıp buna izin vermişti?
Medya kuruluşlarının ve buralarda eli kalem tutan birçoğunun soruları ve bu soruların ikiyüzlülüğü yukarıdaki gibi uzayıp sürüyor… Halbuki hepsinin kalemi yalan söylüyor: Aylan Kurdi’nin yaşam hikayesi (daha doğrusu yaşayamama hikayesi!) bireysel bir dram olmanın yanından bile geçmiyor. Evet Kurdi’nin başına gelenler, Kurdi’ye ait ve ona özel trajik bir masal değildi; Kurdi’nin başına gelenler, dikişleri ve yamaları sağlı sollu sökülen, bütün reçetelere rağmen acı tadının yok edilemediği sosyal bir bunalımın Bodrum sahillerinde zuhur etmesiydi!
Kurdi, “anormal” olan “vahim” olaylar girdabına yakalanmış “bir” çocuk değil, kendisi yerine bankalarını kurtarmayı tercih etmiş olanların bu tercihle yol açtıkları politik sonuçlara katlanan milyonlarca isimsizden birisi. Bu sebeple ekonomik krizden, liberal ekonomik saldırganlıktan ve dünya proletaryasının boğazına oturmuş olan emperyalizmden söz etmeyenler, Kurdi’nin adını ağızlarına almasınlar! Evet, Kurdi’yi bindiği niteliksiz tekne veya öfkeli dalgalar değil, insanların tekneyle kaçmasına neden olan politikalar öldürdü; onu sahile taşıyan dalgalar değil, çağdışı rejimlerdi. Kurdi’yi Esad, IŞİD ve emperyalizm, el ele vererek öldürdü.
Bugün emperyalistler küstahça mültecilere kapılarını kapıyorlar, onlar için yeterli iş olanaklarına sahip olmadıklarını, onlar için yeterli ekmekleri olmadığını iddia ediyorlar. Emperyalistler mülteci istemiyorlarsa, mültecilerin ülkelerini bombalamayı bıraksınlar! Emperyalistler mülteci istemiyorlarsa, mültecilerin kaçtıkları rejimlere tüfek ve prestij satmayı bıraksınlar! Mültecilerin evlerinin duvarlarını bombalayanlarla el sıkışan emperyalizm, ardından kendi sınırlarına aşılması olanaksız duvarlar örüyor. Filmin başında da izlediğimiz gibi, bu aktörlerin alameti farikası ikiyüzlülük ve mültecilere el uzatmaktansa, o eli kesip pazarlamayı tercih ederler.
Elbette sınırlar açılsın, elbette Suriyeli sığınmacılar kardeşçe karşılansın; ucuz emek gücü havuzu olarak değil, o ülkenin yurttaşı olarak görülsün. Ancak Suriyeli mültecilerin hepsinin arkalarında bıraktıkları evleri, hayatları, hikayeleri ve anıları var. Mülteci sorunu, Avrupa Birliği’nin veya herhangi başka bir hükümetin sınırlarını açmasıyla çözülemez, ancak daha sonra tekrar ortaya çıkacak şekilde ötelenebilir. Suriyelilerin gelecekte mülteci olmalarını engelleyebilecek tek şart, Suriye devriminin Esad, IŞİD ve emperyalizm karşısında zafer kazanmasıdır. Ancak bütün zenginliğin ve iktidarın işçi sınıfında olduğu yeni bir devrimci Suriye, Kurdi gibi emekçi sınıfların yiğit evlatlarının Akdeniz’in dalgalarının insafına terk edilmemesini sağlayabilir. Ancak bugün uğruna savaşılan bu yeni Suriye karşısındaki bütün düşmanları alaşağı ettiğinde, evde oturmak birkaç metre karelik botlarla denizler aşmaktan daha güvenilir olabilir.
Aylan Kurdi’nin hikayesi, Suriye devriminin hikayesidir. Yüzyılımıza yön verecek olan bu hikaye, mültecilere sınırlarını kapayan kapitalistlerin arzuladığı gibi bitmemelidir…