8 Haziran sabahı birçoğumuz bilinçli hayatlarımızda ilk defa AK Parti’nin hükümet olamadığı bir güne uyandık. Adalet ve Kalınma Partisi 13 yıldır tek başına iktidardaydı ve 13 yıldır da eğitimde birçok düzenlemeye gidildi. 7 Haziran’da yapılan genel seçim, AKP’nin meclisteki çoğunluğuna son verdi.
Pekiyi son 13 senenin eğitim icraatlarına bakacak olursak seçimle birlikte açılan yeni dönemde eğitimde hangi adımlar atılacak? Dönüşümler kimlerin çıkarına oldu ve olacak? Türkiye’de eğitim sisteminin sürekli değişmesiyle kendisini ifade eden eski kriz devam edecek mi ve ederse daha da şiddetlenecek mi?
Eğitim sorunundan bahsederken odak noktasını sürekli değişen sınav sistemleri oluşturuyor. Bugün 11 senelik eğitim hayatı olan bir öğrenci, dört liseye giriş ve bir kez de üniversiteye giriş sınav sisteminin değişimine tanıklık etmiş durumda. Aynı şekilde yine 11 senelik eğitim hayatı olan bir öğrenci bugün, 3 sene hazırlanıp çalışarak girdiği lisesini terk edip, üniversiteye girişini kolaylaştırabilmek için dershanelerden bozma liselere gitmek zorunda.
Bu bağlamda kritik olan nokta ise değişimlerin son bulmamış olması. Değişimlere gidilmesinin nedeni olan yapısal sorunların hiçbirisi çözülebilmiş değil. Aksine diyebiliriz ki, bu değişiklikler ile beraber hem sorunlar daha yakıcı bir hâl aldı, hem de milyonlarca öğrenci ve veli kendi hayatları üzerinde ağır etkisi olan eğitim sistemine karşı yabancılaştı. Eğitim ve sınav sistemleri adeta gizemli bir karakter taşır oldu. Bugün 13 sene önceye oranla çok daha az insan eğitim sisteminin işleyişine dair bütünlük bir fikre sahip.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) 2014 yılı faaliyet raporunda yaşanan sorunlar şöyle sıralanmış: “Sınıf mevcudunun fazlalığı, ikili öğretimin ve birleştirilmiş sınıf uygulamasının devam etmesi, bazı bölgelerde yaşanan hızlı öğretmen değişimi, eğitim planlamalarının kısa dönemli yapılması ve sık sık değişmesi, kişilerin ilgi ve yeteneklerine uygun rehberliğin istenilen düzeyde yapılamaması, özel eğitim alanındaki öğretmen sayısının mevcut ihtiyaca cevap vermemesi, mesleki teknik eğitim-istihdam dengesinin yeterince kurulamaması…”
Son 13 yıla baktığımızda eğitim alanında şöyle bir bilanço çıkıyor: 17 temel değişiklik yapıldı, 5 kez liseye giriş şartları değiştirildi ve 5 farklı bakan geldi geçti. Bu sırada eğitimde kalitede istikrarlı bir düşüş yaşandı. Değişiklerin hiçbirisi, etkiledikleri insanlara sorulmadı. Hiçbirisi artan öğrenci sayısı, nitelikli eğitim ihtiyacı, atanamayan öğretmenler, okumaya imkanı olmayan gençler gibi sorunların çözümüne katkı sunamadı. Eğitimde sınıf ayrılıklarının önü açıldı. Ailevi gelir durumu gençlerin ne kalitede eğitim aldığını doğrudan doğruya belirleyen bir etken oldu.
Eğitim politikalarının yarattıkları tahrifatın nedeni, bileşenlerin (öğrenci, veli, okul işçileri) odak alınarak hazırlanmamalarından kaynaklanıyor. Eğitimdeki dönüşümlerin genel eğilimine baktığımızda belirleyici olanın bileşenlerin ihtiyaçlarından çok, eğitimi de sermaye birikiminin bir alanı olarak gören patronların ihtiyaçlarının olduğu gözüküyor. Bu düzlemde yaşanan değişikliklerin yanı sıra, bankalar ve eğitim kurumları arasında yapısal anlaşmalara gidildi, üniversite-sanayi işbirliği adı altında öğrenciler ucuz emek gücü olarak kullanılmak istendi. AKP önderliğinde hazırlanan 10. Kalkınma Planı ise, gelecek dönemin daha iç açıcı olmayacağının işaretlerini veriyor. Görülen o ki, kafa karıştırıcı beceriksiz değişimlerin devamı gelecek, bileşenlerin söz hakkı ve iradesi yeniden çiğnenecek ve yönetimdekilerin kaygılarının temelini sermayenin ihtiyaçları oluşturmaya devam edecek.
Okul masrafları cep yakmaya devam ediyor
Türkiye’de ilköğretimden itibaren özel okulda okuyan bir çocuğun eğitim maliyetinin 17 yıl sonunda 1 milyon TL’yi aştığı hesaplandı. MEF Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erhan Erkut, ortalama 25 bin TL’lik dönem ücretleriyle ilkokuldan üniversite mezuniyetine kadar eğitim masraflarını hesapladı. Toplam 17 yıllık eğitim ücretinin enflasyon etkisinin hesaplanmasıyla, bedel 1 milyon 62 bin TL’ye kadar ulaşıyor.
Genç emek-gücü sömürüsü derinleşiyor
TÜİK’in 2012 verilerine göre Türkiye’de 6-17 yaş arasında 893 bin çocuk işçi var. Bu çocukların yüzde 49.8’i hem okuyor hem çalışıyor. DİSK Araştırma Enstitüsü’nün ‘Türkiye’de Çocuk İşçiliği Gerçeği Raporu’na göre, 900 bin çocuk ‘hane halkına katkı sağlamak’ için çalışıyor. Çocuk işçilerin aylık ortalama maaşı 400 TL. Yüzde 34’ü işte aşırı yoruluyor, yüzde 36’sının haftalık izni, yüzde 89’unun ücretli yıllık izini yok. Üçte birine de işyerinde yemek verilmiyor. 6-17 yaş arasındaki çocukların haftalık çalışma süresi 40 saati buluyor. Okula devam etmeden çalışan çocuklarda bu süre haftada 54 saate çıkıyor.
Çalışan çocukların eğitimi de aksıyor. TÜİK’in 2012 verilerine Türkiye’de 6-17 yaş arasında 1 milyon 297 bin çocuk okula gitmiyor. Bu çocukların yaklaşık yüzde 35’i ekonomik işlerde, yüzde 40’ı ise ev işlerinde çalışıyor.