6 Kasım’da, 1982 anayasasının gençliğe saldırılarından biri olan YÖK’ün 37. kuruluş yıl dönümündeyiz. Anayasa’da YÖK’ün amacının yüksek öğretim kurumlarının işleyişini planlamak, yönetmek, düzenlemek ve denetlemek olduğu yazıyor. Ancak kurulduğundan beri; gençliği terbiye etme, üniversitelerin içini boşaltma ve üniversiteleri patronlara açmaya hizmet ediyor. İşte bu yüzden 12 Eylül’ün YÖK’ü, iktidarların pek sevgili bir kurumu olmuştur.

Bugün YÖK, Tek Adam Rejimi’nin ellerindedir. İstediği rektörü görevden alıp kayyum atayan baskıcı rejimin saldırılarının önemli kısmı gençliğe ve üniversitelere yapılmaktadır. 70.000’i aşan tutuklu öğrenci sayısı niyetlerini göz önüne sermektedir. Her okulda adeta karakol kurmasının nedeni burada yatmaktadır. Polis ve özel güvenlik işbirliğiyle faşist çeteler okulda cirit atmakta, her gün saldırı ve tacizlerle öğrencileri hizaya sokmaya çalışmaktadır. Bir yandan barış isteyen akademisyenleri içeri atarken, diğer yandan kendi yandaşlarını üniversite kadrolarına doldurmaktadır.

YÖK’ün bir diğer işlevi ise eğitimin piyasalaştırmasıdır. 30 yılı aşkın süredir iktidarların elinde ilerleyen Türkiye eğitim sisteminde esas amacının eğitimin iyileştirilmesi, akademik başarının artırılması veya bilimsel eğitimin tesisi olmadığını biliyoruz. Biliyoruz ki her yapılan tasarının arkasında, yağmacı bir kâr hırsı var. Eğitim, burjuvazinin iştahını kabartan yepyeni bir yatırım alanı. Harç zamları, kayyumla yönetilen üniversiteler, özel üniversitelerin ve sözde kâr amacı gütmeyen vakıf üniversitelerinin kurulması, kazanç getirisi olmayan eğitim alanlarının kapatılmak istenmesi… Tüm bu neo-liberal saldırıların hedefindeki tek kesim, gençlik ve emekçiler.

Anayasal hakkımız olan ücretsiz eğitimi piyasalaştırmaya çalışan rejim ve patronlar sınıfı, bu amacı gerçekleştirmek için bugün YÖK’ü bir araç olarak kullanıyor. Eğitim hakkı paralı olunca okuyabilmek için çalışma ihtiyacı duyan öğrenciler, acımasız rekabet piyasalarında ucuz iş gücü olarak kullanılıyor. Büyük masraflarla mezun olduktan sonra stajlarında bedava çalıştırılıyorlar. İşe başlayınca her şeyin dört dörtlük olacağı ve aydınlık bir gelecek hayalleriyle kandırılıyorlar. Geleceğin işçilerinin, bireyselci kâr hırsı ve rekabet duyguları içinde gelişmesi patronların işine geliyor ve bu dayatma gençlerin toplumsal bilinç ve dayanışma gibi insani değerlerini köreltiyor.

Tek Adam Rejimi’nde öğrenci olmak daha da zor. Ekonomik kriz dalga dalga genişlerken, faturası biz emekçilere ve gençlere kesilmeye çalışılıyor. Harçlar zamlanıyor, yemekhane ücretleri pahalanıyor, vergiler katlanıyor. Bir öğrenci için gelecekte var olabilmek, ucuz iş gücü olarak çalıştırılmayı gerektiriyor.

Açıktan açığa desteklenen üniversiteleri şirketleştirme politikası ve yeni yatırım alanlarının tahsisi ise, YÖK’ün aşina olduğumuz bir sloganını kullanmakta: “Üniversitelerin özerkliği”. YÖK’ün neoliberal ideolojik programı Bologna Süreci’ne göre söz konusu özerklik; personel ataması, seçimi, işten çıkarılması, çalışma koşulları ve ücretlerinin belirlenmesi gibi konularda üniversite üyelerini değil, sermayedarları yetkili kılıyor. Özerklik söz konusuysa burjuvazi zaten devlet karşısında özerk üniversite talep ediyor. Demokrasi söz konusu olunca da kendi paydaşları ve ortakları için demokrasi istiyor. Yani üniversiteleri patronlar yönetmek istiyor.

Bu nedenle YÖK’ün kuruluş yıl dönümünde “Özerk Demokratik Üniversite” sloganını değil, “Özgür Emekçiler Üniversitesi” sloganını yükseltiyoruz. Gençlik, kötünün iyisine razı değil. Eğitimi ve gençleri hedef alan neo-liberal saldırıların kurumsal yüzü YÖK’e ve Tek Adam Rejimi’ne karşı bütün üniversite öğrencileri ve emekçileri olarak birleşik mücadele yürütelim.

Eğitimde sömürünün aracı Yüksek Öğretim Kurumu kapatılsın!

Tutuklu öğrenciler serbest bırakılsın!

Özerk değil, özgür üniversite!

Okullarda atamalı rektörler değil, öğrenci ve işçi denetimi!